30 Aralık 2011 Cuma

Yeniyıl yeni yıl yeniy ıl


Öncelikle belirteyim takıntılı değilim. evet bazı inançlarım var ama bu beni takıntılı yapmaz. Yani sonu tek sayılar ile biten yılları çift sayı ile biten yıllardan daha çok sevmem bi takıntı değil. Öyle işte beni böyle kabul edin. Ha şu var 2011 ağzına sıçtı bu inancımın, çok net. Yani böyle salatalık gibi bir yıl daha yaşamayız inşallah. Onun yanında 2012'de insana böyle bi ışık bi umut veren bi kıvılcım sezdim ben şimdiden. Yani umarım 2012 bu yargımı kırar lakin 2011 bu yargımda ağız yüz bırakmadı gidiyo.

2011 hergün bir gündem hergün bi atraksiyon şeklinde geçiyor. Geldik son gününe hala bi gündem olayım çabası. ne şovenist yıl çıktın sen 2011. hep bi gündem yaratayım çabası hep bi göz önünde şey edeyim halleri. Gündem yaratma bigünde özlesin ekranlar seni. Yanlış mıyım? ama seninde sonun geldi sonuçta. Yarını da atlattık mı yosun hayatımızda. Allah seni özletmesin mubarek.

2011 yılının en önemli olayı bir daha yaşamamayı tüm kalbimle dilediğim askerlik maceram oldu. Özgürlük vatanının bile elinden alamaması gereken bir hak bence. Askerlik gerçekten ne kadar güzel bir hayatım olduğunu, dışarda ne kadar çok yapacak işim olduğunu, zamanın her anının ne kadar dolu dolu ve içine sindirerek yaşanması gerektiğini ve aslında ne kadar eksik yaşadığımı hatırlattı bana.

Yılın ilk 3 ayında çok eğlendim. Kayak yapmak için 3 farklı kaya merkezine arkadaşlarımla giderek harika vakit geçirdik, iş hayatımda çok güzel deneyimler edindim, yeni arkadaşlar edindim ve aslında ne kadar çok sevildiğimi anladım. 12 Nisan itibari ile asker olduk. Vatan borcudur dedik, kimseyi utandırmayalım dedik, bi heyecan gittik ama ne gidiş. Kışla kapısından içeri girdikten sonra farkına varıyor insan neyin içine girdiğini. Öyle heyecanlanmaya gerek olmadığını ve şemsiyenin mutlaka malum yerlerde açılacağını. 155 günüm bu şekilde geçti gitti sonuçta. kah güldük kah sıkıldık ama iyi insanlarla tanışmamada vesile oldu bu zaman dilimi. Tabi bide yukarda bahsettiğim bana öğrettikleri var. Sonra geldim askerden ilk 1 ay insana dönme safhası sonra Amerika'ya gidicem diye vize için okul için başvurular ama Amerikan konsolosluğundan elim boş dönmem. Tabi bu arada Amerika'ya gerçektende gitmek istemediğime karar verdim. Yani vizeden red alınca aslında bundan tam emin oldum ama çoğu insan vizeden red aldığım için böyle düşündüğümü söylemeyi yeğledi tabi. Bu Amerika olayı 2 ay sürdü ve bu arada gideceğim diye iş arama mevzusuna girmedim bile. O olay sonuçlanır sonuçlanmaz gittim bir kursa yazıldım. İngilizcem gelişsin diye. Daha sonra daha işten ayrılıp askere gitmeden karar verdiğim artık pazarlama departmanında çalışma kararımı hayata geçirmek iin kolları sıvadım. Güzel bir cv hazırladım ve iş ilanlarını incelemeye başladım. Eski şirketimde pazarlama departmanında açık bir pozisyon olduğunu duydum ve ilk ciddi başvurumu buraya yaptım. İlk başlarda biraz ürkektim iş konusunda ama zaman geçtikçe okuduklarım ve düşündüklerimin, yaşadıklarım ve yaptıklarımın aslında bu yolu seçmeme neden olduğunu ve bu yolu seçmemin ne kadarda doğru olduğunu anladım. Daha fazla araştırmaya, düşüncelerimi ve bu süreçte yaşadıklarımı bu blogta yazmaya başladım.

Şimdilerde en çok sosyal medya uzmanlığı ile ilgileniyorum. İnşallah bununla ilgili istediğim bir iş bulacağım. Birkaç ajansı gözüme kestirdim ama ilk önce ocak ayında başlayacak bir eğitim var ona katılıp kendimi biraz göstermem ve network'umu genişletmem gerek.

2011 işte böyle hızlı böyle de değişik geçti benim için. Ülke gündeminden bahsetmiyorum lakin hiö durulmadı.

2012 için ise iyi bir iş, sağlık, huzur ve bol kazanç diliyorum

Umarım 2012 umutlarımdaki gibi olur.

Amin.


Oyy unutmadan 2012 de maya takvimi var marduk var o var bu var. daha 2012 gelmeden kehanetlleri geldi tabi. bakalım yaşayıp göreceğiz.

Beklemek dışında değişen bişey yok

İş arayış sürecim tüm monotonluğu ile devam ediyor. Monotonluk ile devam ediyor çünkü sadece ben iş arıyorum ama başvurduğum firmalardan ses seda yok. Sonuç olarak beklemeye ve iş aramaya devam ediyorum.

bu arada boş durmuyorum. İngilizce kursuna gidiyorum haftanın 7 günü onun dışında ocak ayı içerisinde başlayıp 3 ay sürecek sosyal medya uzmanlığı programına katılacağım, çeşitli mba ve mini mba programlarını araştırıyorum ve bunlara hazırlık yapmaya başladım. Bunların yanında araştırma yaptığım konular, kariyer planım ile ilgili iş alanı içerisindeki konular ve o gün gözlemlediğim ve ilgimi çeken konular ilgili bolguma yazmaya devam ediyorum. Çok yüksek günlük okunma oranlarına erişmemiş olsam bile yakın çevrem bu aktivitemi ilgiyle takip ediyor.

Beklediğim süre boyunca aslında gerçekten yapmak istediğim işin pazarlama olduğuna karar vermiş bulunuyorum. Özellikle sosyal mecra ile ilgili konulara daha fazla eğiliyor ve bu konuda kendimi geliştirmek için elimden geleni yapıyorum. Sosyal medya pazarlaması benim için geleceğin mesleği. Bu alanda yaptığım araştırmalar, okuduğum makaleler ve incelediğim çalışmalar beni dahada şevklendirip hırsımı arttırıyor. Takip edenlerin bildiği üzere bu konu hakkında da fikirlerimi yazmaya çalışıyorum.

Şimdi tek beklentim bir sosyal medya ajansı ya da istediğim büyük bir firmanın pazarlama departmanında bu iş ile ilgili bir pozisyonda işe başlamak.

Boş durmak sıkıcı. Her ne kadar yaratıcılığımı dahada geliştirmek için elimden gelen maksimum çabayı göstersemde bir iş çevresi ve iş motivasyonu beni daha çok kamçılayacak. Şu anda yaratıcılığımı ve enerjimi blog sayfama,katıldığım kurslara ve gözlem yeteneğime harcıyorum. Aklıma gelen her fikir ile ilgili geniş araştırmalar yapıyor daha önce düşünülmüş mü? ne gibi çalışmalar yapılmış, daha fazla nasıl geliştirilebilir ve uygulanabilir mi? sorularına kendimce cevap arıyorum.  Sosyal mecradaki aktiviteleri ve firmaları dikkatle ve yakından incelemek için bu işsizlik durumu bana baya avantaj sağlasada bu avantajı bir an önce çalışma alanında da kullanmak istiyorum.  Şu anki gözlemlerim ve bana bu boşluğun sağladığı avantaj sosyal medya ile ilgili askerdeyken kaçırdığım birçok gelişmeyi telafi etme imkanı sağladı. Ayrıca eksik olan bilgilerimi de tamamlayarak kendimi bu alanda dahada geliştirmek için neler yapmam gerektiği konusunda kendimi sınadım.

Neyse demogojiyi geçelim. Açıkçası yazarken biraz kastım kendimi eminim ki okuyanlarda buraya kadar gelmişlerse sıkılmışlardır. Buraya kadar gelenleri tebrik ediyorum. :) Şimdi bu sıkıcı ve bencede gereksiz yazıma son vererek 2011 yılı ile ilgili bir yazı yazmaya başlayacağım.

sonraki yazımı kesin okuyun ha!

29 Aralık 2011 Perşembe

Sosyal Medya Ajanslarının şirket stratejileri ve Şirketler

Günümüzde hızla artan sosyal medya şirketleri firmaların marka imajlarını sosyal medya yani facebook, twitter, linkedin, forsquare, blogger gibi mecralarda doğru konumlandırmak, bilinilirliği arttırmak ve pazardaki müşterilerin ilgisini çekerek daha fazla bağlılığa sahip daha fazla enformasyon gönderebilecekleri müşteriler elde etmek ve yaratmak için uğraşıyorlar.



Burada yaratmak kelimesinden kastım aslında marka ile hiçbir bağı olmayan markaya hiçbir ilgisi ve marka bilgisi olmayan kişileride yeni müşteriler haline getirmek, onları marka network’üne katmak. Peki bu işlemlerin tümünü gerçekleştirmek için firmalar ne yapıyor? En yakın zamanda yapılan özellikle facebook ve twitter hesaplarından direkt bağlanılabilen online canlı yayınlı yarışmalar. Bunların dışında yine facebook ta marka ve ya ürün odaklı fan grupları oluşturmak ve bu gruplara ilgiyi çeşitli oyunlar ve içerikler ile çekmeye çalışmak. Birde viral reklam dediğimiz komikli güldürmeçli amatör çekilmiş hissi uyandıran videolar ile marka konumlandırma ve bilinilirlik arttırma çalışmaları var. Bunların hepsini yaptı sosyal medya firmaları ama genellikle konumlandırmaya ve ya bilinilirliğini arttırmaya çalıştıkları firmalardan uzakta kendi ofislerinde. Arada bir firma yetkilileri ile bir araya gelip projeleri anlatan toplantılar ile yetindiler. Ama bence yeterli değil. Göreceksiniz yeterli olmayacak ve sosyal medya ajansları tıkanıp kalacaklar. Zaten ben markayı sevdirmek için markaların insanları daha çok içine alması gerektiği taraftarıyım.

Peki nasıl?

Firmalar insanları bir ailenin içine alır gibi şirketlerinin içine almalı onlara en güzel yönlerini göstermeli, eğlenceli tarafları ve içersinde barındırdığı çalışanları ile sadece bir logo, bir ürün ve bir hizmetten müteşekkil olmayan bir varlık olduğunu göstermeli. Orada onlar için çalışan insanlar ile etkileşime girilmesini sağlamalı. Sosyal medya ajansları her firmanın kendine has bir kültürü olduğunu, hizmet ve ürünlerinin de bu kültürün bir sonucu olarak ortaya çıktığını, meydana gelen hizmet veya ürün ya da her ne ise işte onun aslında bu şirket içi kültürün meydana getirdiği bir nesne olduğunu anlamalı. Çünkü şirketler gerçekten yaşayan ve öğrenen organizmalar ve bu süreçte gelişiyor ya da değişiyorlar. Firmaları bir insan olarak düşünürsek aslında genlerindeki yapıtaşları ve ilk doğduğu günden itibaren aldığı aile kültürü bazı şeylere genetik yönden bazı şeylere kültürel yönden yatkınlık göstermemesine, tepki vermesine neden olacak. Yani bir arkadaşınızı tanıdığınız ilk günden itibaren bir kalıpla bilirsiniz, evet değişimler gelişimler gösterir zamanla çok daha iyi bir insan olur ama mesela çok ciddi bir arkadaşınızın bir anda bir rapçi kılığında dolaşmasını sevmezsiniz. Ya da çok sevimli sevecen bir arkadaşınızın bir anda bir bürokrat gibi davranması sizin onunla ilgili tüm algılarınızı yıkarak sizi geri iter. Sırf trendler böyle gerektirdiği için firmaları kılıktan kılığa sokamazsınız yani. Genç bir imajı olan firmayı alır yaşlı bir adama çeviremezsiniz. Çünkü bu değişim müşterideki algıyı bir anda yok etmek ve firma ile ilgili beklentileri hakkında endişeye düşürmek demek.
Firmaların yaptığı işlere göre birçok segmente hitap ettiğini düşünebiliriz. Mesela hem iş adamlarına, hem şirketlere, hem gençlere, hem kamu çalışanlarına hem de ailelere hitap eden ürünlere sahip firmaların farklı kategorize ettiği ürünleri tek bir lansman şekli ile çıkması tabi ki beklenemez ama unutulmamalı ki tüm bu lansmanların total imajı ve en ağır basanı firma imajını oluşturacak. Yani genel marka reklamları o firmayı kişilerin aklında konumlandıracak. Şirket yöneticileri, pazarlamacılar, reklam firmaları ve sosyal medya ajansları firmaların tüm bu reklam, sosyal medya ve sair çalışmalarını yaparken sırf trend diye hareket etmemeli. Bu tuzağa düşmemek için ise bence şirketlerin destek aldığı firmalar artık bir ayaklarını şirketlerin içine taşımalılar. Mesela bir sosyal medya ajansı firmanın prfilini sosyal medya’da yönetirken o şirkette çalışanlar ile görüşmeli, önemli bir yatırım ya da ürün lansmanı sonrası insanlara onların duyduğu heyecanı yansıtmalı, bir lansmana, happy hours’a ya da bir şirket partisine takipçilerini davet etmeli ve onlarla şirket çalışanlarını kaynaştırmalı firmaları tüketicinin gözünde kendi şirketleri haline getirmeli aileye dahil etmeli. Bunların yanında sosyal medya’da ofis fotoları paylaşılıp insanların o anda tüm müşteriler için nasıl çalıştığı gösterilmeli. Örneğin bir pazarlama müdürü ya da finans müdür ya da bir Genel Müdür yardımcı o gün twitterdan ya da facebook’tan müşteriler ile sohbet etmeli. Evet biraz zor bir alan ama bu yönetilebilir. Mesela rakip firmalar fake hesaplar ile o sırada konuşmaya katılıp yöneticileri zor duruma düşürebilecek sorular sorabilir ama makul ve güzel cevaplar her zaman vardır ve bu iyi yönetildiğinde diğer katılımcılar tarafından da pozitif puan kazanılmasına neden olabilir. Birde memnuniyetsiz müşteriler var ki onlar bence fake hesaplı rakip firmalardan daha tehlikeli. Onları durdurmak için gerçekten tatmin edici cevaplar ya da jestler yapmak gerekir.  Ama yinede yönetilebilir.


Sonuç olarak firmaların ve ajansların aynı atmosferde nefes almadıkça aynı mekanlarda takılıp aynı ruhu paylaşmadıkça danışmanlık açısından bu sürecin olduğundan daha zor olacağı kanaatindeyim. Ve artık firmaların şirinlikleri ile değil tüm gerçeklikleri ile sosyal medya’da yer almasının vaktinin geldiği düşünüyorum. Sosyal medya artık daha gerçek bir alan olmaya başladı bile, ardında kalmak olmaz.

28 Aralık 2011 Çarşamba

Marka imajı, reklamlar ve hissettirdikleri

Bu konuda kendime bir örnek ararken bir tane buldum ama yazsam mı yazmasam mı diye düşünürken yazayım belki birileri okurda ibret alır dedim.

Malum yıl sonuna geldik ve her sene ritüel haline gelen bayram reklamları gibi yeni yıl reklamları da başladı. Benim ve sanıyorum birçok dikkatli insanın beklntileri içerisinde 1) coca-cola reklamı 2) Turkcell reklamı. Her yeni yıl geldiğinde kasım sonu aralık başı gibi ilgi çekici reklam çıkaran iki firma bunlar. Bu sene yine coca-cola beklentiye cevap verdi.


COCA-COLA Yeni yıl, yeni umutlar 2012 reklam filmi


Ancak Turkcell nedense yılbaşına 3 gün kalmasına karşılık Şahan Gökbakarlı komik bile olamayan Öztürkcell reklamı dışında bir aksiyonda bulunmadı.

Öztürkcell Matik

Reklamın 56. saniyesindeki baklava desenli kazak giymiş amcanın suratından da anlaşılacağı üzere reklam bir rahatsızlık bir abukluk içeriyor.

Bu görüşlerimi bi reklam gurusu olarak değil bir müşteri, bir blogger ve gözlemci olarak yazıyorum. Benim gibi birçok kişininde Coca-cola reklamından sonra Turkcell reklamı ne olacak merakı uyandı ancak bu yıl Turkcell bizi hayal kırıklığına uğrattı. geçtiğimiz yıllarda yeni yıl temalı olsun olmasın bu dönemlere denk gelen tüm Turkcell reklamları insanlara bir heyecan vermişti. Bir ruh katmak önemli bence. Şirketler içinizde birşey uyandırıyorsa o değerli bence. Yani ben geçtiğimiz yıl "Daha Fazla Hayat" reklamlarını çok severek izlemiş ve yeni yılda bana verdiği motivasyonu hissetmiştim.

Birde tamda satışların arttırılabileceği bir önemde firmanın neden böyle bir reklam kampanyasına girmediğini anlamak mümkün değil. Sonuçta yılbaşı hediyeleri içerisinde cep telefonları pazar içerisinde iyi bir yer tutuyor. Turkcell'in önceki yıllarda çıkarttığı biri yılbaşı pazarlaması için ikincisi
yeni yıl odaklarını gösteren reklamını izleyin ve Özturkcell reklamı ile bu reklamların yarattığı hisler arasındaki farkı bir tartın. bakın o zaman Turkcell için neler hissediyormuşuz şimdi neler hissediyoruz?

Daha Fazla Hayat Reklam Filmi


Turkcell 2007 Yeni Yıl Reklam Filmi




Son olarak şunu söylemek istiyorum: Turkcell eski reklamlarına göre marka imajını sarsıyor bence. Mesela o eski heycanlı hareketli reklamlar markanın sadece belli segmentasyonlarında devam ederken genel Turkcell reklamları daha bi ajite daha bir orta yaş üzeri için yapılmış gibi. Hele o son  Hayat Paylaşınca Güzel reklamları yok mu? insanı depresyona sokan reklam olur mu? Allahım evlerden ırak. Tamam paylaşalım tamam sevdiklerimizi mutlu edelim ama bunu daha heyecanlı daha mutlu anlatmanın bir yolu olmalı. Var hatta. Daha nce yaptığınız reklamlara bi bakın. Bunu yapabilirken şimdi Turkcell'i aşağı çekmenin nedenini anlayabilmiş değilim.

Hayat Paylaşınca Güzel (Kubat)




İnsanlar artık onlara neyi bedava verdiğiniz ile değil onlara ne hissettirdiğinizle ilgileniyorlar. Çünkü artık insanlar o kadar yalnız ki kendilerini daha çok dinliyor ve hislerine önem veriyorlar. Hediyeler ne bileyim beleş mms ya da smsler o kadar geçici tatminler yaratıyor ki bunun bırakılan his ile ölçülebilmesi bence mümkün değil. Bu nedenle buradan okumayacaklarını bilsemde Turkcell'e sesleniyorum: "yapmayın ağalar, Turkcell'in o genç imajını saçlarına kır düşmüş yüzünde kırışıklıklar oluşmuş üzüntülü adama çevirmeyin. bir çağan ırmak filmi hissi yaratmayın insanlarda.

Öptö, kib, bye.

23 Aralık 2011 Cuma

Böyle iş ilanına can gurban :)

iş ilanlarına göz atarken "sosyal medyayı, interneti kullanabilen bir şirket ve aradığını en eğlenceli ve içten şekilde ifade eden firma" ödülünü vermek istediğim ilanı paylaşmak istiyorum.
İlanı okurken ilk önce "hadi canım, yok bebişim, şakadır" felan diyip daha sonra fazla abartmadan nasıl tatlı tatlı iş ilanı verdiklerini gördüm. Bir şirket bence artık iş ilanlarında da bu şekilde çalışanların bir diğer deyişle müşterisi olma potansiyeli olan bireyleri tavlamalı.

Sadace facebook ve twitter değil artık her sanal alan bir pazarlama yeri. Şirketler çalıştıracak insanları ararken bile (ne kadar büyük firmalar olurlarsa olsunlar) özel tasarımlı ilanlar, insanlara güven ve şevk veren görseller koymalılar. Çünkü artık dünya o siyah beyaz dünya değil. Dünyamız ilk önce renklendi sonra canlandı şimdi ise interaktif olarak tüm kendinden önceki süreçleri kapsayarak büyüdü ve değişti. İnanılmaz bir hız ve renk ile büyüyen sanal mecra pazarlaması aynı zamanda yeni iş kolları yeni pozisyonlar doğuruyor. bunlardan biri sosyal medya uzmanlığı.

Sosyal medya uzmanlığı pozisyonları için genellikle firmaların crm ve pr işlerinde çalışmış az çok sosyal medya ile iç içe olmuş yada sosyal medya şirketlerinden birinde bir süre deneyim kazanmış bireyler aranıyor. Ancak bu konuda o kişiler bile yeterince deneyimli değiller. Bu iş için genç, dinamik ve sosyal medya'yı aktif takip eden, zevk alan birey olmak şart. Kime hitap ettiğinizi bilmeniz lazım.

Youth olarak tanımlanan gençlik gruplarına hitap ediyorsanız trendleri, yeni başlayan internet ve sosyal akımları, aktif değişen zevkleri, gençler arasında oluşan gruplar arasındaki zevk farklılıklarını ve onlara gerçekten hangi kanaldan hangi kelimeler ve görseller ile ulaşabileceğinizi bilmeniz gerekli.

Neyse asıl amacım sosyal medya uzmanlığından bahsetmek değil. amacım bu pozisyon için açılmış çok eğlenceli bir ilanı sizinle paylaşmaktı.

işte o ilan;


  • 4 yıllık lisans diplomasını allem edip kallem edip almayı başarmış
  • Sosyal ağlarda doğru bir pazarlama stratejisini oluşturabileceğine, belirlenmiş mecralarda müşteri hesapları açabileceğine, gruplar kurup Eurovision’a katılabileceğine inanan
  • Sosyal ağların kıvrım ve kavramlarını iyi bilen
  • Sosyal ağlarda aktif, mecraların diline, duruşuna hakim
  • Facebook, Twitter, FriendFeed gibi mecralarda aktif olarak yer alan ancak internet ortamında sosyalleşeyim derken asosyallik sınırına yaklaşmayan
  • Kulaktan kulağa oyununun “out”, ağızdan ağıza pazarlamanın “in” olduğunu bilen onu göre kılıç kuşanan, at binen
  • müşteri ve proje yöneticisi arıyoruz!

  • daha sonra sosyal medya uzmanlığı hakkındaki fikirlerimi yazacağım. İnşallah :)

    21 Aralık 2011 Çarşamba

    İK çalışanlarına iki çift lafım var.

    Çok uzun zamandır aklımda olup beni çok sinirlendiren ve üzen bir konu var. Ben Anadolu yani taşra üniversitesi diye tabir edilen üniversitelerden birinden mezun olmuş biriyim. İş hayatına daha okua başlamadan önce girme şansı yakaladım ve bu şans sayesinde iş hayatında ben ve beni gibi Anadolu üniversitelerinde okuyan kişilerin işinin ne kadar zor olduğunu bana gösterdi. En basit şekliyle İnsan Kaynaklarında çalışan kişilerin bir çoğu o şirkette kendi üniversitelerinden mezun kişileri istihdam etmeye çalışıyor ve insani beceriler, zeka ve kişilik dışında sadece üniversite ön plana çıkıyor. Bu nedenle aslında çok becerikli bir çok Anadolu Üniversitesi mezunu işsiz kalıyor.

    Hangi nedenler ile olursa olsun zaten Türkiye'nin seçiciliği çokça tartışmalı bir üniversite öğrenci seçme sistemine sahip olduğu açık. Ezberci eğitime çanak tutan yüksek gelirli kişilerin çocuklarının daha iyi eğitim almasına olanak sağlayan (dershaneler ve sair.) insanların bilinçli bir şekilde değil gelecek sene aynı sıkıntıyı çekmemek için seçim yaptığı bir sınav bu. bunun sonucuna göre insanlar bir üniversiteye gidiyor ve oradan mezun oluyor. En sonunda bu sistemin onlara verdiği markalar ve onlara olan önyargılar ile bir iş arıyorlar.

    Mesela Boğaziçi Üniversitesi mezunu ile Konya Üniversitesi mezunu zeka açısından aynı olmayabilir. Bu söz ile ilk aklınıza gelen Boğaziçi mezununun daha zeki olduğu oldu ama bunun tam terside aynı derecede mümkün ve bu bizim ön yargılarımız.

    ben bu önyargılar nedeni ile her defasında her iş başvurumda her görüşmemde her işe başlamamda kendimi tekrar tekrar kanıtlamak zorunda kalıyorum. Bu benim için bir haksızlık bence. Çünkü sadece ders çalışmış gerçek hayat ve sosyallik konusunda hi,çbir fikri olmayan bir inek ile hayatı yaşamış,
    deneyimlemiş, iş hayatının içerisine daha küçük yaştan girmiş, dünayayı insanları tanıyan, okuyan ve kendini geliştiren bir insan sırf Anadolu üniversitesi mezunu diye asosyal birnin arkasına atılmamalı. Bazı üniversite mezunlarına sırf marka için içerik görmeden avantaj sağlanmamalı. İK eliyle bu insanlara ayrımcılık yapılmamalı. Bu sürecin bir sonucu olarak turnoverlarında aslında çoğaldığını ve İK yönetiminin ön yargılarının buna neden olduğunu anlamalılar.

    Günümüzde artık üniversitelerin değil kişilerin kişiliklerinin ve kendilerini ne kadar geliştirdiklerinin daha önemli kavramlar olduğuna inanıyorum.

    Kimisi için bir eziklik olarak düşünülecek bu yazının aslında çokta haklı olduğunu daha ileride göreceklerini onlar için üzülerek söylüyorum.

    İnsan kaynakları anlayışı bence bu mantalite ile üniversite gözetmeksizin değişmeli ve daha efektif çalışarak daha doğru istihdamları sağlamalıdır.


    İş aramak

    Şu anda meşgul olduğum en büyük aktivite. Sabah akşam o kariyer sitesi senin bu kariyer sistesi benim dolaşıyorum ama şu an'a kadar bulabildiğim, daha doğrusu beni mutlu edebilecek tek iş var ondanda haber yok. beklemek beklemek beklemek. bi haber çıksa olumlu veya olumsuz yolunu ona göre çizersin ama o bile yok yani.

    bu arada toplumdaki olumsuz havadan bende etkilendim sanırım. herkeste bi pazartesi sendromu, herkeste bir kış yalnızlığı. hiç bu kadar buhranlı bir mevsim geçirdiğimizi hatırlamıyorum.

    neyse işte bugünde henüz ne blogumda ne mail box'ımda bi hareketlenme yok. o nedenle bende bişey yapamıyorum. kursa gidip geliyorum. ondan sonra ders çalışıyorum. internetten sektör ve merak ettiğim konular hakkında araştırma yapıyorum. bütçemi denkleştirip kendime göre birkaç kurs daha bulmaya çalışıyorum.

    bu kadar işte.

    20 Aralık 2011 Salı

    hayırlara çıkar inşallah

    Dün akşam rüyamda Turkcell Kurumsal İletişim ve İlişkilerden Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Koray Öztürkler'i gördüm. İş arkadaşım olacak bi adam varmış onunla telefonda konuşuyorum. Bana işe alınmam için yapmam gerekenleri anlatıyor. Şu şu işleri yapıyoruz şöyle yapıyoruz diyor. Sonra işte Koray ÖZTÜRKLER geliyo etrafında birsürü adam ben yanaşmaya çalışıyorum konuşmak için ama çok zor. neyse sonra bi fırsat buluyorum. yanaşıyorum, ben sizin şirkette çalışmak istemek beni var işe almak? felan.

    Sonra şirketin içinde yeni departmanımda yeni iş arkadaşlarımlayım. böyle bi kalabalık bi güzel. Bi anda yaşlanıveriyorum sonra. Bi toplantıdayız ben şirketteyim. Yaşlanmışım dediysem boyle orta yaş.35-40 felan. Herkes benim ağzımın içine bakıyor. Baya önemliyim masada anladığım kadarıyla.

    bu kadar. gerisini hatırlamıyorum :)
    azim sabır ve inançla beklediğin herşey gerçekleşir sonunda


    19 Aralık 2011 Pazartesi

    Benim hala umudum var

    merhaba ben iş arayan genç.

    Bugün iş başvurumu yaptığımın ilk pazartesisiydi ama arayan soran olmadı. sabah uyanırken çok büyük hayallerle kalktım ama olmadı işte. Tabi yarın yeni birgün yarın yeni şeylere gebe ve benim inancım o kadar büyük ki hala yeni işlere başvurmadım.

    İstanbul içerisinde 1 saatlik workshop için 2 saatlik yol gitmem gerekiyor. Sırf kendimi şu iş hazılayayım işe alınayım diye bana mısın demiyor gidiyorum. Başka iş olsa hayatta kılımı kıpırdatmam. Bu inanç bu azim beni zafere götürür. Götürmese bile ben hevesimi kırmiyim. aha buraya yazdım kendime not.

    Bide yarın Bolu'ya gidicem bi. Bolu'da olsam İstanbul'da, İstanbul'da olsam Bolu'da işim çıkıyor. Şimdi Bolu'ya gidicem ya kesin görüşmeye çağırırlar. Ama onada hazırlıklıyım. ararlarsa saat kaç olursa olsun hop gelicem, hop işi kapıcam.

    Bu arada siteye ben link vermeden girip çıkanlar var. Heyecan yapıyorum acaba CV'imden bakıp mı giriyorlar diye. Çok tedirginm ya. Ayrıca Rusya'dan ve Amerika'dan takipçilerim varmış. İstatistiklerden gördüm. Elin Amerikalısı Rus'u keşfetti bizim şirketler keşfedemedi beni.

    Sayın ilgili hadi çağırında el sıkışalım bitsin bu eziyet. Borçlarım felanda var para'da kazanmam lazım :)


    neyse öpt. kib. bye :)

    18 Aralık 2011 Pazar

    I'm live in english

    Dün itibari ile ingilizce kursuna başladım. Tüm bu emeklerim o hep bahsettiğim pozisyon için. yani pozisyon derken iş manasında. çok fesatsınız gerçekten. neyse işte dün böyle bi sessiz sedasız kaldım ama bugün hem sınıfımla derslere katıldım hemde conversation sınıfında ağzımı yaya yaya ingilizce konuştum hatta bir ara hocaya espiri bile yaptım. Heyecanımı yendikten sonra gerisi kolaymış hakkaten. Conversation dersine katılsam mı katılmasam mı felan derken ıslak hamburgerimi yiyip yeniden kursa döndüm. Ondan sonra ıslak hamburgerinde etkisiyle sanırım aldım yürüdüm sınıfta kimseyi konuşturmadım. Bi anlatıyorum Türk batıl inançlarını inanamazsınız. Bu arada inandığımız ama nedenini bilmediğimiz yani bizim batıl dediğimiz şeylere ingilizce'de superstıtıon deniyormuş.

    Bide bir güzel konuşuyorum ingilizceyi sanırsın ingiliz asilzadesiyim. Telefuzlar süper, sınıf arkadaşlarımı felan düzeltiyorum. Bi kasılmalar böyle. ohh my god I was born for english yani. :) Umarım hep böyle keyifli gider. sınıftaki en yaşlı adam benim ama olsun. en azından azmim var. Hiçbirşey içi geç değil sonuçta.

    Off bu arada ses seda yok daha şirketten. arasalar ya artık. gel başla deseler ya bana. Hayat ne garip yahu. ordaki insanların kararı benim geleceğimi etkileyecek.

    İnşallah olur yarabbim. Amin.

    Bu yazıyı okuyan herkes bir ilk okul arkadaşını dua etmesi için ikna etse onlarda mahalleden bir arkadaşlarını ikna etse ooooo baya dua olur valla. bence ikna edelim herkesi. :)

    neyse istanbuldayım işte. kış yavaş yavaş gelmeye başladı. iş için haber bekliyor ve bol bol hazırlık yapıyorum.

    bugünlük bu kadar.

    see u.

    16 Aralık 2011 Cuma

    Telefonun başında çaresiz bekliyorum!%&#

    İş başvurum geçtiğimiz gün ilgililere iletildi ve artık ben beklemek sürecine girdim. Bu işi o kadar çok istiyorum ki başka iş ilanlarına başvuramıyorum.. içimden başka bir iş geçmiyor. Büyük bir risk aldığımın farkındayı ama ya biraz geç dönerlerse? Ben o zamana kadar başka bir işi kabul etmiş olur muyum? Bu nedenlerden dolayı elim başka iş ilanlarına gitmiyor. beklemedeyim ve heyecanlıyım. her sabah ilk işim uyanıp maillerime bakmak. uzun süre kahvaltı bile yapmadan bu iş ile ilgili bir mail gelecek mi diye bekliyorum. beklemektende öte dua ediyorum. Deneyimli bir eleman aradıklarının ve istedikleri çerçevedeki çalışan profilinden biraz uzak olduğumu biliyorum yinede içimden gelen ve umutla hissettiğim bişey var ki o da benim bu işi beklentilerin üzerinde yapabileceğim. Çok çalışacağım ve çok zevk alacağım. Takım elbisem pardesüm ve sair iş görüşmesi için hazır giyilmeyi bekliyor. Bir düğün olsa emin olun kotla felan gidicem bigün sonra iş görüşmesine çağırırlarda kırışık gidemem diye. 

    Ne oluyor acaba şimdi? İlgili kişinin adı barış bey. Bey soy adı değil tabi ki :). Sanırım mail eline ulaşmış ve işten güçten vakit bulduğunca göz ucuyla bir bakmıştır. içinden neler geçiyor acaba? Görüşmeye çağırmayı düşünüyor mu ki? Çağırsa ne güzel olur :) Ben çok isterim mesela. Sapık gibi oldum bu işe olan tutkum sayesinde. Gidip adamı takip mi etsem acaba? Sinsi gibi yemek yediği yerleri bulsam ondan sonrada yakın masasına oturup kulağına kulağına "muratı bu işe aaaaal" diye gaipten gelen bir ses tonuyla fısıldasam mı? Ya da en iyisi ben gidip herhengi bir masaya oturayım şirkette. iş isteyeyim yüzsüzce. "Bana cihazlardan birinin sorumluluğunu verin yoksa tüm celocanları toplar şirketin önünde protesto yaptırırım mı?" desem? Her tarafıma Ipad,Iphone,Samsung galaxy, blackberry, vınn ve sair bağlayıp kendimi yakmakla mı tehdit etsem?

    Arasanıza yahu. Telefon çekiyor mu, arayıp ulaşamdılarsa, ya telefon kafayı yedi açık gibi gözüküp çağrı almıyorsa gibi düşüncelerle cep telefonunu bi açıp bi kapatıyor ev, telefonundan kendime amansızca çağrılar atıyorum.

    CV'me blog sayfamı da ekledim ama okurlar mı bilmiyorum. Ya okuyup bu kadar şizofren düşüncemi görürlerde "manyak yahu bu" derlerse diye düşünmeden de edemiyorum Sayın ilgili eğer bu yazıyı okuyorsanız beni sevin :) İş benim adımı sayıklıyor iyice kulaklarınızı açın ve dinleyin. Bu iş için yaratılmış olduğumu görün. :) Cv'mi sizin için cicili bicili yaptım. Hello Kitty'li bişey olmadı ama sektör ile ilgili önemli cihazları yerleştirmeye çalıştım.

    Evet sayın ilgili Telefonun başında çaresiz bekliyorum. hadi ara artık...

    14 Aralık 2011 Çarşamba

    Mobil dünyayı durdurun binecek var!!!

    Daha okuma safhasında bile devreleri yakmaya başladığım bu konuyu umarım toparlayıp size aktarabilirim. Aşırı ısınmadan dolayı bu satırları size duşta soğuk su altından yazıyorum. Siri'ye söyledim benim için uygun sıcaklığı buldu. İpad'imle küvetin içinde takılmakta ayrı bir zevk tabi. bunları yazarken birde mobil ticaret sitelerinden alışveriş yapabiliyorum. Gülse Birsel'in de dediği gibi "off hayat çok zor!!!".

    Artık akıllı telefonu olmayan kalmadı sanıyorum. Yani aslında bi benim yok galiba ve bu benim kendimi savunmasız hissetmeme neden oluyor diyebiliriz. Dışarı çıkığımda bilmediğim bir yere gideceksem cep telefonu yokken yol sormayı akıl edebilen bizler artık navigasyonumuz yoksa birer kör gibiyiz. Gerçekten bazı anlarda o telefona o kadar ihtiyaç duyuyorum ki buna muhtaçlık bile diyebiliriz. Eğer bu teknoloji ile tanışmamış olsaydım bunu hisseder miydim? Evet bence hissederdim. Çünkü 60 larına merdiven dayamış babam bile elinde iphone'u ile mailllerine bakıyor, yol tarifini google maps ya da benzer uygulamardan alıyor, uçak rezervasyonunu telefonundan yapıp, mobil bankacılık ve alışveriş sitelerinde işini görüyor. Hiç teknoloji ile alakası olmayan annem bile elinde smartphone'u ile telefondan nasıl gazete okuyacağını soruyor. Yani teknoloji inanılmaz bir hızla ilerliyor ve belkide biz buna yetişemiyoruz.

    Devrimlerin internet üzerinden başlatıldığı, savaşların smartphonelar ile çekilip anında upload edilerek duyurulduğu biraz kirli ama aşırı bilgi yoğunluklu bir çağ'da yaşamaya başladık. Bilgi önlenemez ve en hızlı ulaşılabilir kaynak oldu. Artık IP adreslerini ksıtlamak bile insanlara engel olmuyor ha keza başakanımız bile bunla ilgili bir açıklama yaparak kendisinin yasaklı sitelere girebildiğini duyurmuştu. :) en önemlisi sosyal medya'da yoksanız artık birçok arkadaşınız çin yoksunuz. Cep telefonlarının bant genişliklerinide artması ile insanlara sunduğu imkanlar onları heryerde birbirine bağlayabilir ve bu bağlantı aynı zamanda yeni bir sektör doğuruyor. Mesela sosyal medya imaj danışmanları Amerika'da artık bir çok ünlünün destek aldığı profesyoneller konumunda.

    peki bu sektörde neler oluyor? Firmalar neler yapıyor ve bizi neler bekliyor? Yeni dünya bize neler getirecek? Tüm bu sorulara kısa bir yazı ile cevap vermek imkansız ancak ben birazcık değinmeye çalışacağım.

    Akıllı Telefonların Yükselişi
    Akıllı telefon teknolojisinin en hızlı hayatımıza girişi Apple firmasının ve teknoloji dehası Steve JOBS'ın Iphone telefonu ile oldu. İnsanlar Iphone'a kadar akıllı telefonların bu kadar farkında değildi. Hatta sektördeki büyük firmaların bile bunun farkında olmadığını gördük. Iphone bir anda kuralları değiştirip sektörü değiştirmekle kalmayıp dünya'yı yeni bir yola soktu. Telefon yapalım derken çığır açmakta diyebiliriz buna. :)

    Bu hızlı değişime bazı firmaların ayak uyduramaması pazarda değişikliklere neden oldu. Akıllı telefonların Iphone önderliğindeki yükselişi cep telefonu piyasasının kurallarını değiştirdi. Bu kural değişikliğinde zorlanan firmalardan biride NOKIA. Bundan birkaç sene öncesine kadar dünya'da tartışmasız pazar lideri olan Finlandiyalı firmanın akıbeti artık tartışma konusu. Küresel ölçekte yerini korumakta sıkıntı yaşayan Nokia Türkiye pazarında ise liderliğini devam ettiriyor.Dünya pazarında ise geçen sene akıllı telefon pazarında %5 lik pazar kaybı yaşayan Nokia artık Samsung ve Apple'ın ardından 3. sırada yer alıyor. Nokia'nın trendelere hızlı ayak uyduramaması, yöneticilerinin hızlı karar alarak yeni nesil işletim sistemleri arasında doğru bir tercih yapamaması ve yeni çıkan modellerin bir önceki modeller ile arasında beklentileri karşılayacak farklılıklar sunulmaması firmayı bu konuma itti. Bu nedenlerle telefon pazarının karlı kısmı olan akıllı telefon pazarında rakiplerinin gerisinde kaldı. Nokia'nın buradaki en büyük hatalarından biride cihazların donanımlarına odaklanırken artık tüketiciler için dahada önem kazanan içeriği ıskalamış olması.

    Globa pazarda piyasa payı yaklaşık %36 olan Nokia'nın Türkiye pazar payı ise %50'nin üzerinde. Bayi kanalındaki tüm cep telefonları baz alındığında Nokia'nın Türkiye'deki pazar payı %52,5, Samsung'un ise %30,2. Akıllı telefonlarda da yine dünya sıralamasından farklı bir durum sözkonusu: Nokia %38,4, Samsung %18,6, Blackberry %12,5, %11,3 Apple ve %9,9 ile Turkcell izliyor. Dünay'da uygulama ekosistemi açısındanda zaıf olan ve çokça eleştirilen Nokia'nın Türkiye'deki durumu oldukça iyi. Nokia store'dan uygulama indirme sayısının 50 milyonu aştığı Türkiye, haftalık 2,2 milyon download ile dünya'da Hindistan'dan sonra ikinci, Avrupa'da ise birinci sırada. Nokia'nın Türkiye'deki başarısının sebebi alt ve orta segmentteki tüketici sınıfına güçlü bir şekilde hitap edebiliyor olması. Bunun yanında Türk tüketicisinin alışkanlıklarından kolay vazgeçmemeside bir etken. Neredeyse tüm Türk halkı bir dönem 6110 ve 3310 modellerini kullandı. Bu dönemdeki snake oyunu hala Türk kullanıcılar arasında en popüler oyunlardan biri. Birde orta ve alt segment için önemli olan sağlamlık ve kullanım ömrü açısından marka algısının çok yüksek olması var tabi. Türkiye'de en çok satılan ilk 10 telfonun Nokia ve Samsung modelleri olması ve bu modellerin hiçbirinin 500 liradan pahalı olmaması Türkiye cep telefonu pazarı açısından önemli bir ipucu. Hepsiburada.com şirketinin 2011 yılı 3. çeyrek raporuna göre Türk insanının teknoloji merakı günden güne artarken artık cep telefonları yerine akıllı telefonlar tercih ediliyor. Gfk TEMAX Türkiye raporuna göre, ilk üç çeyrekte geçen yılın aynı dönemine göre en fazla büyüyen sektörün %41,9 büyüme oranı ile tüketici elektroniği sektörü olduğunu gösteriyor.

    Bu arada sizinde dikkatinizi çekmiş olduğunu düşündüğüm bir konuya değinmek istiyorum. Turkcell'in bir servis sağlayıcı olarak akıllı telefon pazarında elde ettiği başarı çok önemli. Firma yaygın ağ sistemini kullanarak Huawei firmasına ürettirdiği ucuz ama kaliteli akıllı cihazlar ile akıllı telefon pazarında yatsınamayacak bir başarı sergiliyor. Hem en çok kullanılan uygulamaların birçoğunun cihazlarda ücretsiz olarak yüklenmiş şekilde kullanıcıya sunulmuş olması hemde uygun fiyat ve kampanya koşulları ile Turkcell marka gücünüde arkasına alarak tüketicilerin güvenini kazanıyor ve akıllı telefonların daha çok eve daha çok cebe girmesini sağlıyor.

    Turkcell'den bahsetmişken bayi kanalınada değinelim. Türkiye'deki en önemli pazarlama alanlarından biri hala geleneksel bayi kanalı. Yapılan satış adetleri gösteriyor ki Türkiye'de tüketiciler cep telefonunu elektronik marketlerden almaktansa bayi kanalından almayı daha güvenli ve kolay buluyor. Sanırım bunda elektronik marketlerin bir çok elektronik cihaz yanında cep telefonuda satıyor gibi durmasının ve bayilerin cep telefonu alanında daha uzmanlaşmış durmaları gibi bir psikolojik bakış açısıda etkin. Birde bunun üzerine firmaların bayi çalışanlarına mobil cihazlar ve yeni teknolojiler ile ilgili verdikleri eğitimler ve uzmanlıklar bayi yapısını zor sarsılır bir konuma getiriyor. Araştırma şirketi IDC'nin 2010 raporuna göre Türkiye'de cep telefonlarının %78,2'si geleneksel bayi kanalından, %21,6 sı ise teknoloji perakendecileri tarafından satılıyor. Yine IDC'nin rakamlarına göre Nokia satışlarının %75'ini, Samsung ise satışlarının %80'ini bayi kanalından yapıyor. Bu rakamlara bakarakta Türkiye'de bayi kanalının çok belirleyici bir güce sahip olduğunu söylemek mümkün. Bayilerin bu gücünü korumasında GSM operatörlerinin yaptıkları cihaz kampanyalarınında payı büyük.

    Türkiye'de pazar ikincisi olan Samsung'a gelelim. Koreli şirket bir yandan Apple ile fikir hakları konusunda sıkıntılar yaşarken bir yandanda elektronik sektöründeki tecrübe ve teknolojisini kullanarak cep telefonu sektöründe sağlam adımlarla ilerliyor. Özellikle akıllı telefonların işletim sistemleri konusunda Android işletim sistemini seçmiş olması bu marka için çok doğru bir karar olduğu kanaatindeyim. Samsung özellikle geçtiğimiz sene piyasaya sürdüğü Samsung Galaxy S ve Samsung Galaxy Tab ile Apple'a ve tüm tüketicilere bu konuda ne kadar iddialı olduğunu gösterdi. Ha keza bu sene çıkartmış olduğu Samsung Galaxy S II modeli'de Apple'ın Iphone 4S'ine kafa tutuyor. Samsung 2011 yılında akıllı telefon pazarında birim bazında pazar payını %15,3 arttırırken tüketiciye ulaşan ürün bazında ise satışlarını %209 arttırmayı öngörüyor. Aralık ayının ilk haftasında ise Samsung Dubai'de hem tablet hemde akıllı telefon özelliklerini bir arada toplayan yeni ürünü Samsung Galaxy Note'u tanıttı. Bu cihaz yeni bir ürün kategorisi oluşturacak gibi. Cihazın boyutu bir tablet için iyi olsada bir telefon içi fazla büyük ve kullanıcıların bu büyüklükte bir telefonla konuşma yapmayı ne kadar isteyecekleri tartışılır. Öte yandan firmanın bu cihaz ile hedef kitlesi çok fazla seyahat eden iş adamları gibi küçük bir kesim. Aynı zamanda Samsung daha alt segmentlerdeki dokunmatik telefonları ile alt ve orta gelir grubunun taleplerine cevap veriyor ve Türkiye pazarında Nokia'nın sendelemesini bekliyor.

    Ahhh Steve Ahh Apple. Sadece rahmetli CEO'su hakkında kitaplar yazılmaktayken sektöre yön ve şekil veren bu markıyı atlayarak bir kaç satırda değil başka bir yazımda bahsetmek istiyorum.

    Yazımı daha fazla uzatmadan tablet bilgisayrlar ile ilgili bir öngörümü ortaya koyarak bitirmek istiyorum. Gelecek yıllarda tablet piyasasının özellikle Türkiye'de yapılması planlanan Fatih projesi gibi projelerle daha fazla canlanacağını fiyatların daha aşağıya çekileceğini, üretimin artarak daha çok eve tablet bilgisayar gireceğini düşünüyorum. Hatta bu büyük pastadan pay almak isteyen Vestel gibi büyük firmalar tablet bilgisayar üretimine bile geçebilirler. Bu üretim çok yüksek teknoloji gerektirsede bunun bir hayal olmadığı kanaatindeyim.

    Neyse benden şimdilik bu kadar. uzun yazıyorum kimse okumuyor zaten :)

    Sonunda CV'mi göndermeyi başardım :)

    Bugün yeni bir iş bulma yolundaki en somut adımımı attım. Zorda olsa adam gibi bir cv bide onun yanında gayet civcivli bir cv hazırlayıp eski yöneticime gönderdim. bu adımım ile artık finans sektöründe çalışma imkanımı en azından eski frmam için bitirmiş bulunuyorum. Ben muhasebeci olmak istemiyorum. Belki zor bir süreç olacak benim için ama bu süreci geçerek istediğim hedeflere ulaşmak için elimden geleni yapacağım. Bunun için yeterli kaynağa sahip olmasamda iş bulmam bu kaynağı sağlamamdaki en önemli adımım olacak. CV'yi hazılarken mevcut heyecanımın çok üzerine çıktım hatta bir ara böyle sanki iş görüşmesindeymişçesine triplere girdim sorularla kendi kendimi sıkıştırdım.

    Bir yandanda kendimi bir B planına hazırlamaya çalışıyorum. Yani olurda bu işi alamazsam kendimi boşta bırakmayıp başka yerlerede başvurmuş olmam gerekiyor. bunun için bir aksiyon alacağım ama ilk tercihim kesinlikle eski şirketim. orası benim için bulunmaz bir tecrübe ve çalışma alanı sağlayacaktır. bende elimden geleni yapıp en iyisi olmaya çalışacağım.

    Perşembe günü kursa başlamak üzere istanbul'a gidiyorum. Bu sayede sevgilim ile güzel bir zaman geçirebileceğim. dönemyi düşünmeden kimseye bağlı olmada. Ama tabi bu arada babamdan ekonomik destekte alacağım. Aslında bir okula daha yazılmayı planlıyordum ama önce bunu bitir felan diye girdi işe. Ben yinede ikna etmeye çalışacağım. bakalım umarım başarılı olabilirim.

    bugün cv hazırlarken o kadar yoğun duygular yaşadım ki o yüzden çok fazla şey yazamıyorum şimdilik. aslında yoğun duygular yaşayınca daha çok şey yazımalı ama bende tam tersi oldu.

    Haydi hayırlısı...

    12 Aralık 2011 Pazartesi

    sor bana ne yaptın?

    iş aramıyor bildiğiniz ayağıma getirmeye çalışıyorum. tüm gün yatmaya ve nette takılmaya devam etmemin yanında bari dışarı çık nefes al di mi? yok arkadaş pijamalarımı bile zor çıkarıyorum. ama nedeni bir iş var kariyer.net'ten bulduğum, o işi çok istiyorum. o olsun diye sabah akşam dua ediyorum. onun için sağı solu arıyor o iş için kendimi hazırlıyor ve onun için heryere saldırıyorum. benden ne isterler bilmiyorum ama ben şu anda herşeyi vermeye hazırım. nasıl desem yani ben gidip o işi alamazsam çok üzülürüm. kendimi görmek istediğim yer orası. Eski yöneticimi aradım bu konuyu konuşup beni o pozisyona yerleştirmesi için. büyük risk benim için ama ben şansımı deneyeceğim. Eğer bu iş olmazsa eski pozisyonuma da dönmem zor olacak. hatta imkansız olacak.

    O kadar çok istiyorum ki o işi bugün tüm gün açıp iş ilanına baktım. oturdum ilanı seyrettim hayallere daldım resmen. o işi yapmaya başladığımı o işte başarılı olduğumu felan hayal ettim. Çekmişim takım elbiseyi ingilizce mailler döşeniyorum millete. Yurtdışında büyük firmalar ile bağlantılarım var onlara ulaşıyorum öyle sempatiğim ki bayılıyor gavurlar bana. Kişisel ilişkilerim sayesinde adamlardan süper fiyatlar alıyorum. Takımımın gözde elemanı oluyorum. İnsanların ellerindeki akıllı telefonlarda benimde bir payım var. o telefonlara ulaşmalarını sağlıyor ve onların hayatını kolaylaştırıyorum.

    hayal etmek kendini nerede gördüğünü düşünmek iyidir bence. Eğer hayal ettiğin yerde rahatsan ve mutluysan genelde öyle olur zaten. Ben hep hayal ederim. o işi almadan neler yapabileceğimi düşünürüm. boş hayaller değil tabi ki, araştırıyorum. mesela ben o işi aldığımda ne gibi fikirler geliştirebilirim, ne yaparsam o iş daha iyi olur? bunları düşünüp hayal ediyorum. Yöneticilerimle konuşmalar yapıyorum kafamda.

    ben bu işi gerçekten çok istiyorum. beni bu işe almalılar bence. Ama o cv başlığı olmadı galiba :) "her şirkete lazımım" yani bir masa bir sandalye gibi, bir kahve makinesi bir fotokopi makinesi gibi elzemim. :)

    Avrupa Borç Krizi- Almanya

    2009 yılı sonu itibari ile AB Yunanistan'da başlayıp tüm Avrupayı etkisi altına alan borç krizi ile boğuşuyor. Bir iktisat öğrencisi olarak öğrenim dönemim boyunca Avrupa'nın Euro bölgesini oluşturması yani ortak para birimine geçmesi, yüksek kamu borçları ve büyüme oranlarındaki yavaşlama nedeni ile büyük bir kriz hatta parçalanma yaşayacağını bir çok hocamız ile tartışmışlığımız vardı ancak kimsenin ilk virajda AB'nin bu kadar kontrolü kaybedip savrulacağını tahmin ettiğini sanmıyorum. Bu durum AB ve Euro için büyük bir hayal kırıklığı ve güvensizlik ortamı yarattı ki AB'de yapılan anketlerde bunu gösteriyor.

    Bu sene başı itibari ile AB'nin Euro'yu kurtarma umudu diğer AB üyesi ülkelere göre ekonomik durumu daha iyi ve sağlam olan Almanya. Ancak Almanya Başbakanı Şansölye Merkel AB ülkelerinin umutlarına hemen cevap vermiyor. bunun arkasında az sonra dahada derinlemesine değineceğim iktidarını koruma güdüsü ve Alman toplumunun tepkisi yatıyor. Almanların kader teyin ediciliği ile ilgili en önemli tespitlerden birini Polonya Dışişleri Bakanı Berlin'de 28 kasımda yaptığı bir konuşmada şöyle yapıyor: "Muhtemelen tarihte bunu söyleyen ilk Polonya Dışişleri Bakanı ben olacağım, ama söylemek zorundayım: Almanların hareketsiz kalması beni Almanların gücünden daha çok korkutur oldu."

    Merkel ne düşünüyor?

    Yunanistan'da başlayıp İrlanda ve Portekiz'e yayılan salgın Avrupa'nın kalbine kadar ulaştı. Bütçe kesintileri ve tasarruf politikaları ekonomik büyümeyi yavaşlatıyor ve vergi gelirlerinin düşmesine neden oluyor.Ürkek yatırımcılar devlet tahvillerinden daha fazla kazanç sağlamak istediği için, ülkelerin borçlanma maliyetleri yükseliyor. Avrupa bankaları devlet tahvillerindeki kayıplardan ciddi zararlar görüyor. Havada Ağustos 1914 kokusu var. O tarihte Avrupa liderleri kibir ,milliyetçilik, karışan müttefikler ve bir çeşit miyopluk yüzünden kendilerini Birinci Dünya Savaşı içinde bulmuşlardı.Finansal bir yangın çıkmadan Merkel'in harekete geçeceği görüşü hakim, ancak bunun garantiside yok. Merkel kemer sıkma ve düzgün bir euro prosedürü konusunda ısrarlı. Bu ısrarı anlamak için Almanya geçmişinide bilmek gerekli. Angelina Merkel 1954 yılında yani Hitler'in ölmesinden dokuz yıl sonra dünya'ya geldi. Akıl hocası Helmut Kohl gibi Almanları, Avrupa Birliğinin kurulmasında öncü rol oynamaya iten bir suçluluk duygusu içine doğdu. Dahası Doğu Almanya tarfında hayata geldi. Merkel, lüteriyen bir papazın kızı. Doktorasını kuantum kimyası üzerine yazdığı bir tez ile tamamladı.Özel dokunuşları olan biri: Ekim ayında yeni doğan çocuğu için Sarkozy'e Alman yapımı bir oyuncak ayı hediye etti.Çocuğu olmasada ona Muti, yani Anne deniyor. Küresel krizden önceki en önemli konuları küresel ısınma ve Alman nüfusunun aşırı yaşlanmasıydı.Merkel'in dünya görüşü Almanların genel istikrar arzusunu yansıtıyor. Modern Alman siyaseti, 1930'lu yıllarda Freiburg Üniverstesinde ortaya çıkan bir felsefeden etkilenmeye devam ediyor: Ordoliberalizm (serbest piyasalar ve güçlü bir devlet anlayışının birleşimi) Ordoliberal geleneğin kutup yıldızını sağlam para oluşturuyor. Almanlar, 17 uluslu euro para biriminin, en sevdikleri sembollerden biri olan Alman markının torunu olduğuna inanıyor. Alman markı 1999 yılında euro ile birleştiğinde ve 2002 yılında da tamamen tedavülden kaldırıldında Almanların çoğunun içi burkulmuştu.Ortak para birimine karşı çıkanların çoğu şimdi para basma ve kurtarma paketi baskılarının arttığını ileri sürerek haklı çıktıklarını söylüyor. Sıradan Almanların güney Avrupa hovardalığı olarak gördüğü şeylere karşı kızgınlığı, başa geçecek tüm şansölyelerin elini kolunu bağlıyor ve Merkel de iki yıl içinde genel seçim ihtimaliyle karşı karşıya olduğunun farkında. Zayıf euro bölgesi ülkelerindeki bankaların iflas etme ve devletlerin temerrüte düşme riski, artık aylar değil, haftalar üzerinden hesaplanıyor.
    Yunanistan'ın ve Euro bölgesini krizden kurtarma planına destek vermesi Merkel'in siyasi kariyerini bitirebilir. Bir çok iktisatçı ve siyasetçinin ortak görüşüne göre Merkel'in bu plana toplumunu ve partisini ikna etmeden destek vermeye çalışması bir siyasi harakiri olur.Alman şansölyesi bu olasılığı bertaraf etmek için temkinli davranarak zaman kazanmaya çalışıyor. Böylece seçmenlerini doğru karar vereceğine inandırmak istiyor. Ama Alman halkının tutumuna ve yunanistan'a bakış açısı Merkel'in işinin oldukça zor olduğunu gösteriyor. Alman disiplini ve çalışkanlığını Türkler olarak her zaman takdir etmişizdir. Alman halkı bu sosyolojik sistematik ile gelişip büyürken bunu bir kültür ve ahlak haline getirdi ve bu nedenle onlar için bu disiplin ve çalışkanlık olmazsa olmaz haline geldi. Ancak Yunanistan Almanlar için hiçte çalışkan bir toplum değil. Alman basını halkın Yunanistan'ı "tembel" ve "haylaz" olarak gördüğünü gösteriyor.bu nedenle kendi ahlak ve sistematiğine aykırı uyuşuk ve tembel bir topluma kendi emeklerinden fedakarlık ederek yardım etmeyi istemeyen Alman halkı liderleri Merkel'i zor durumda bırakıyor. Hatta AB genelinde Yunanistan için "Yunanistanda sadece saatler tam zamanlı çalışır" düşüncesi hakim. bu nedenle kimse elini Yunanistan için taşın altına sokmak istemiyor. Ancak AB sadece yunanistan sorunu ile uğraşmıyor. Portekiz,irlanda İtalya ve İspanya'da çökmekte olan AB ülkeleri.

    Merkel bu nedenle politikalarını halkına doğru ve zamanında anlatmak zorunda. Aksi takdirde önceki seçimlerde hezimete uğrattığı Schroder'in akibetine uğraması olası. Almanya'da seçimlerin Eylül 2013 te yapılması planlanıyor. Schroder iktidar iken o dönemde yaşanan ekonomik durgunluk ve uygulanacak politikalar bir politikacı için halka anlatılması daha kolay bir durum. buna rağmen Schroder seçimleri kaybetti. Merkel ise daha zor bir durum ile karşı karşıya. Çünkü Merkel halkına Yunanistan'ın yaşadığı krizi veAvrupa bankacılık sisteminin sorunlarını anlatmak zorunda. Aynı zamanda Merkel'in karşısında neredeyse Almanyanın tüm politik grupları ve Alman halkının Yunanistan'a duyduğu öfke bulunuyor.

    "Stern dergisinin 21 Eylül'de düzenlediği anketin sonuçları gösteriyor ki Almanların %80'i, Yunanistan'a yardımcı olabilmek için, kişisel gelirinde herhangi bir fedakarlık yapmak istemiyor. Frankfurter Allgemeine gazetesinin 19 Elim'de yayınladığı ankete göre de Almanların sadece %17 si Euro'ya güveniyor. Halkın %75'i ise kesinlikle euro'ya güvenmiyor." (Bloomberg Businesweek Türkiye, 30 Ekim-5 Kasım 2011,s:6) Göründüğü gibi Alman halkı Şansölye Merkel'in hem AB içerisindeki hem ülke içerisindeki işini zora sokuyor. Euro krizi Merkel'in koltuğunu giderek daha fazla tehdit ediyor. Geçen yıl Merkel bu faktörler nedeni ile Yunanistan'a yönelik kurtarma paketine destek vermeden önce Avrupalı liderlere haftalarca direnmişti. Almanya şu ana kadar Avrupanın borç krizine girmiş ülkelerini desteklemek için oluşturulan fona 211 milyar euroluk kaynak sağlayacağını taahhüt etti. Yerel seçimlerde Alman halkı ödedikleri vergilerin Yunanistan'ın kurtarılmasında kullanılmasına duyduğu öfkeyi sandığa yansıttı. Almanya'nın, Euro bölgesini krizden çıkaracak dev faturanın büyük bölümünü tek başına ödemek istememesi, Merkel'in böyle bir adımı atarak sisyasi kariyerini bitirmek istememesi, işleri dahada zorlaştırıyor. Sorunlu Avrupa ülkeleri ise her geçen gün borçlarını çevirebilmek için daha yüksek faiz ödemek zorunda kalıyor.
    Euro bölgesi devletleri para birimlerinden vazgeçtiği için, artık tam olarak bağımsız ülkeler olmaktan çıktı. Avrupa'da tehlikeli ve yükselen etkileşimler yaşanıyor. ECB, Merkel ve diğer parasal güçlerin desteğini alsaydı, İtalya ve İspanya gibi temelde sağlam: ancak tehlike anında zayıf Avrupa uluslarının tahvillerini satın almak için gerektiği kadar euro basma sözü vererek panik halini tek bir gecede ortadan kaldirabilirdi. Ancak Almanya direniyor.

    Tüm bunların yanında Almanya'nın ECB'nin entegrasyonunun etkileneceğini görmektense euro'yu bırakacağına dair düşüncelerde mevcut. Bulunduğunuz yere bağlı olarak, Euro bölgesinde yaşanacak bir parçalanmanın etkileri kötüden felakete doğru gidebilir. Kimi gözlemciler Merkel'in, Euro Bölgesi'nin geri kalanı üzerinde mali kontrol gücü kazanmak için krizin yayılmasına izin verdiğini düşünüyor.

    Merkel'in Alman halkını nasıl ikna edeceğine gelince, Almanya'nın en büyük düşünürlerinden biri olan psikiyatrist Dietrich Dörner'ın "Niyetimizin kesinlikle iyi olduğu konusunda insanları ikna edersek, en şüpheli kutsallaştırabiliriz" sözleri ile açıklamak mümkün. Merkel bu inatçı mantığı ile en çok kendisine zarar veriyor. Avrupa projesi en başından beri Almanyanın liderliğini yaptığı bir projeydi ve Avrupa birliği başarısız olursa Almanya'da başarısız olur. Avrupa birliğinin babalarından Fransız Diplomat Jean Monnet, Avrupanın "kirzler aracılığı ile oluşacağını" söylemişti. Savaş sonrası Avrupalılar mevcut tehditler altında hep bir araya gelmeyi tercih etti, hatta gerekirse kendi bağımsızlıklarından feragat ettiler. Aslında Merkel'de Monett'in fikrini paylaşıyor ve çözümün "daha fazla Avrupa" olduğunu söylüyor. Merkel'in çözümü daha güçlü mali denetimler. Bu konuda kriz ile savaşmak yerine sorunlara çözüm aramayı yeğleyen Merkel gittikçe yalnız kalıyor. Bazı görüşlere göre Merkel'in bu tutumu Avrupanın daha gevşek uluslarını disipline etmeye çalışmak ve bu davranış nedeni ile kriz olduğundan daha kötü bir hale geldi.

    9 Aralık 2011 tarihinde yapılan kritik Avrupa Liderler Zirvesinde Almanya'nın bastırdığı mali birliği hedefleyen bir anlaşma çıktı. Zirve sonrasında konuşan Almanya Başbakanı Angela Merkel, zirvede istikrarlı bir Avrupa için çok büyük bir adım attıklarını söyledi. Merkel, gelecek bir kaç yıl içinde üye ülkeler arasında mali birliğin sağlanacağını da belirtti. Zirve sonucu yukarıda da bahsettiğim gibi Merkel'in Avrupa ülkelerini Alman kriterlerine getirmeye çalıştığı ortada. Merkel'in önerdiği ve aslında zorladığı çözüm bir çok avrupa ülkesi için refeandumlar ve uzun toplantılar anlamına geliyor. Bu süreçte Merkel istediğini elde etmiş olsada sonuca varılana kadar Avrupa'da devam eden krizi yumuşatacak bir yol bulunmuşa benzemiyor. Euro'dan kopuş olmaması ve üye ülkelerin (ingiltere dışında) birlikte ortak bir karara uzun zaman sonrada varmış olmaları kısa dönemde olmasada uzun dönemde Avrupa için umut olduğunu gösteriyor.

    Murat Sefa BAHADIR


    8 Aralık 2011 Perşembe

    Çabuk yıldım ben bu işten, sadede gelelim!!!

    bugün günlerden GALATASARAY. Fener eziğine 3 tane tıkadık ki efsanevi bir galibiyet oldu. hem oynadığımız futbul hem tribünler hem zemin çok şahaneydi. Ama tabi anlatacağım geniş maç özeti değil. iş aramaya başlayışımın 2.günü etkinlikleri.

    sabah kalkıp kahvaltımı.... eeeh bu kadar klasik detaya gerek yok. aga 2 tane iş buldum bence tam benlik. yani kafamdaki gibiyse ki iş tanımları oyle, tabi pazardan aldım bi tane eve geldim kavun çıktı da olabilir sonuçta, ben bu işleri yapmalıyım. İlan'a başvuracağım ama ilan"sektöründe lider firma" ilanı. yani iş arayan gençlerin en sevdiğinden. Biz Türküz kardeşim ben erkek halimle o ilan'a başvursam pavyonamı düşerim diye korkuyorum bu gizem niye? bize öyle gizemli hareketler yapmayın. neyse işte bu ilan eski şirketime ait olabilir ve eski şirketimdeki eski yöneticim benim eski şirketimi yeni şirketim yapmak istediğimi insan kaynaklarından öğrenirse olay karışır ki eski yöneticimin yeni bir departmanda eski şirketimi yeni şirketim yapmak istediğimden hatta Amerikanın oyunlarına gelip yurtdışına gitmekten vazgeçip iş aradığımdan haberi yok. Bu durumda babalara gelebilirim sonuç olarak. bu durumu ortadan kaldırmak için bugün eski yöneticimi aradım ama telefonumu açmadı. daha sonra geri de dönmedi. Yani şimdi bide nasıl söylenir ki "ben sizin yaptığınız işi ömür boyu yapmayı planlamıyorum, bir hevesti geçti şimdi başka departmanlarla olmam lazım. siz daha iyisine layıksınız, sorun sizde değil bende!" demek. bu yüzden hala başvuramadım işe. aslında tam başvuruyordum da "başvurunuza ön yazı ekleyin" diye bir uyarı çıktı karşıma. ne yazacağımdan bile haberim yok. bende yardım meleğimi aradım. o bana kendi işine girerken yazmış olduğu bir örnek ön yazı gönderdi. bende o yazıya bütün gün baktıııım baktıııım baktım. en sonunda bir yazı yazdım ama olmadı sanırım. Bence çok işten ama bi işverene göndermek doğru olmayabilir. İşte işveren ilgilisine seslenişim.

    sayın ilgili,

    valla nerden başlasam bilemiyorum. yani bende bi ego var al uzaya çık. şimdi bu işi istiyorum onda sıkıntı yok ama bana biraz sabırlı biri lazım ki bana bu işi öğretsin çünkü aklımda kendimi bu işe çok hazır ve istekli hissetsemde sen bana "hedehödö analizi yap" desen yapamam. hayır bunları sana yazarken alkollu değilim sadece içimden gerçekten geçenler bunlar. Sen bana dersen ki "yok arkadaşım ben illa deneyimli adam arıyorum" bende sana derim ki "pezevenk/aşufte sen ananın karnından bu işi bilerek mi doğdun? bizimde deneyim kazanacak bi yere ihtiyacımız var. bi dur deneyim diyip önümüzü kesme. belki nice deneyimlilerden benden alacağın verimi alamayacaksın." bence haklıyım ve bu haklılığıma kendimi çoktaaan inandırdım. Şimdi ücret konusuna gelince, malum hayat pahalı e bende askerden yeni geldim alacaklarım, yapacaklarım, hayallerim var. İstanbul'da insanın hayatta kalabilecek şekilde yaşayabileceği bir ev nerden baksan 750 TL kira, e bunun aidatı var, elektiriği,suyu,doğalgaz'ı, mutfak masrafı derken 1000-1250 TL olur. e ben gencim şimdi iş çıkışı arkadaşlarımla iki tek atmak isterim. onun içinde koy kenara bi 250 TL minimum alkol parası. oldu mu sana 1500 TL. 1250 Tl ev'e harcamışken ben en iyisi alayım o evi.kredi çek. o krediye aylık 1250 Tl öde. e mutfak masrafı ve sair duruyo koy üzerine bi 250-300 TL daha1800 TL. Evlenicez dedik nerden baksan 30.000 Tl ben öyle uzun vadeli kedi ödemeyi de sevmem. %0 faiz desem 12 aylık kredi ödemem 2.500 TL. hadi bunun yarısını hanım karşılasın. 1250 TL topla 3050 TL. Sonuç olarak yanımada para kalması lazım. ne olur ne olmaz. harçlık olarakta 500 Tl ekle. 3550 Tl. sana düz 3600 TL olur. sencede uygundur bence. ben evdeyim sen sözleşmeyi çocuklarla yollat.

    kib. öpt. bye

    tüm gün yardım meleğimin örnek yazısına baktıktan sonra çıkartabildiğim yegane şey bu yazı. onun dışında elinde ne var dersen Feneri çok pis yendik lan!!! :))

    6 Aralık 2011 Salı

    The Pyxİs Begin

    Aslında yurtdışına çıkınca yazmaya başlayacaktım. evet ben yurtdışına çıkacaktım. hemde amerika'ya hani şu adını amerika vespuçi den alan. hah işte gidemedim o yüzdende gitmeden hazırladığım metinlerin hiçbirini buraya yazamadım. niye gidemedime gelince orası çok basit. Amerikan konsolosluğundaki melez bayan bana vize vermedi. sonra vay arkadaşım neden ırkçı oluyorsun?

    hatunun neredeyse 10 yıllık maaşına yakın para gsterdim hesaplarda, tomarla tapuyu önüne attım, araba anahtarlarını salladım gözüne gözüne ama tam bir kurtlar vadisi ırak filmindeki amerikalı aksanıyla "üjgunüz ne yajık ki vize başvuyunuzu kabıl edemiiyoooruuz!" dedi. bu kadar. bir neden açıklamak yok aman bi teselli armağanı yok. öylece geri gönderdiler beni bide yatırdığım 360 doları iç etti şerefsizler. ağlayanın malı gülene yar olmaz. benden aldıkları o parar ekonomilerine tıkılır. fitil fitil boğazlarından gelir.

    bunlar böyle yapınca benimde bi kafa attı. sokarım dedim sizin kendinizi bi bok sanmanıza. ben kendi ülkemde de bu işi gayet güzel hallederim. onun için kolları sıvadım iş aramaya başladım. artık gitmeyeceğim. hem iş arama sürecinide sizinla paylaşabilirim. tabi siz kimsiniz o henüz belli değil çünkü hiç takipçim yok an itibari ile :) ben yazıp rahatlayayımda elbet bigün birilerine gösteririm. şimdi dedim ki kendime "oğlum pyxis bak akıllı adamsın, amerikalılara bi 360 dolar daha kaptırıp bide gidip ülkelerinde para harcayacağına memleketinde güzel bir dil kursuna git. bu arada işe başla ve MBA programına kayıt yaptır. bunun için ne yapman gerekiyorsa araştır ve amerika2ya ayırdığın bütçeyi buraya kanalize et.". şimdi bu yolda ilerliyorum ama arayanlar bilirler iş bulma süreci karar süreci kadar basit değil ne yazık ki.

    sabahtan beri monster senin kariyer.net benim yardırıp duruyorum. herbiyere cv koyuyorum. bide çalışma masam filanda yok iki büklüm oldum takılıyorum oyle. belim koptu cv hazırlayacağım diye. yatağın üzerinde götüm çürüdü yatak dümdüz oldu.

    birde insan kaynakları sitelerinin boktanlığı var. ben finans uzmanı ya da pazarlama uzmanı pozisyonlarına bakıyorum o bana "cv'nize uygun ilanlar" adıa ltına inşaat boyacılığı stajyerliği, gayrimenkul danışmanlığı gb şeyler öneriyor. sanırım hatta sanmam eminim bunların arama motorlarını yapan "mühendis" kesin gerizekalı. bu kadar kötü bir filtreleme olamaz. bide işverenleriniş ilanları başlıkları ile içerik arasındaki anlam karmaşası beni benden aldı. zaten pozisyonun adını o kadar şaşalı hale getiriyorlar ki sanırsın bundan sonraki level cumhurbaşkanlığı. o nedir aga? demiyor kimse.

    ilk gün işte böyle boktan püsürden uğraşarak geçti. askerden geleli 2,5 ay olmasına rağmen daha yeni iş aramaya başlamış olmamda aslında büyük bir sorun iş hayatı için. bu arada amerika vizesi için kastırdığımı anlat anlatabilirsen o salak insan kaynakları çalışanlarına. Çay kahve içmekten mukavva olmuş hepsi.

    yarın yeniden görüşmek dileği ile.

    18 Kasım 2011 Cuma