28 Ocak 2012 Cumartesi

Sosyal Medya Daha Güvenlidir


Sosyal medya ile ilgili firmaların düştüğü en büyük yanılgı ROI ile ilgili beklentilerinin TV ve gazete reklamlarına oranla daha değişik olması. Yani firmalar sosyal medya ile ilgili yaptıkları harcamalar için gün sonunda “benim kaç müşterim sosyal medya’da yaptığım harcama sonucu bana geldi” diyor. Bunu gazete ve televizyon reklamlarında sormayan ve ölçümlemesini yapamayan firmalar sosyal medya’dan bu rakamı alamayacaklarını ve dahası bu rakamı hiçbir mecradan alamayacaklarını unutuyorlar.  Kaldı ki son raiting krizleri ile aslında reklamların etki alanının ne kadar doğru olduğu tartışılır hale geldi çünkü en çok raiting aldığı iddia edilen saatlerde verilen reklamlarında aslında ne kadar müşteri geri dönüşü sağladığı tartışılır durumdadır. Ancak sosyal medya’da yapılan her aktivite, reklam ve paylaşım interaktif olduğu için alınan tepki anlıktır. Sizi o anda kaç kişinin izlediğini kaç kişinin tepki verdiğini, yorumları ve istekleri anında öğrenebilirsiniz. Yazılı ve görsel basında ise yapılan reklamların geri dönüşünü görmek için belli bir süre geçmesi gerekmektedir. Ancak sosyal mecra beklemeye yer bırakmaz. Aldığınız anlık tepkiler gelecek stratejilerinizi şekillendirir.

Günümüzde bir reklamın ne kadar beğenildiği ya da eleştirileri ilk olarak sosyal medya’dan öğrenirken bu adar interaktif bir ortamı kullanmıyor olmak bir firmanın en büyük hatası olacaktır. Sosyal medya firmalara reklam yapma şansının yanında müşterileri ile iyi bağlar geliştirme fırsatı da sağlayan tek mecradır. Bir gazete ya da televizyon reklamı ve ya içeriği ile bir müşteri ile kuramayacağınız iletişimi sosyal medya’da tek bir içerik ile yüzlerce müşteri ile kurabilirsiniz.


Sosyal mecra insanların firmalara yakınlaşmasına, deneyimlerini çevreleri ile paylaşmalarına ve tavsiye etmelerine en çok olanak sağlayan alandır. Hiç elindeki reklam verilmiş gazete sayfasını alıp bir dostuna gösteren kimse tanıdınız mı? Ama bir firmanın reklamını, yayınladığı içeriği, kampanyasını ve saire sosyal medya’da paylaşan yüzlerce insan görebilirsiniz. Özellikle satın alma ve karar aşamalarının çevre etkeni ile değiştiğini ya da kesinleştiğini unutmamak gerekir. Firmanızın içeriklerinin memnun bir müşteri tarafından çevresine yayılması bir tık kadar yakın.  Kimse oturup uzun uzun gazete reklamlarından bahsetmiyor ama herkes oturup facebookta okudukları hakkında konuşuyor. Kimse uzun uzun cümleler kurmayı sevmiyor artık. 140 karaktere sığdırmaya çalışıyor anlatacaklarını ve televizyon izleme oranları yeni nesilde çok düşük. Günde 4 ile 6 saatlerini internette online olarak geçiren bir nesil ile karşı karşıyayız. Aynı zamanda mobilitenin de artması ile insanlar gün içerisinde her yerde markalar ile karşılaşma imkanına sahipler.

Sonuç olarak sosyal mecra’da doğru şekilde yer alan firmalar için sosyal medya’nın yaraları ölçümlenemeyecek kadar yüksektir.  Vitamini sadece kabuğunda değil aynı zamanda meyvesinde de mevcuttur. J

Sosyal medya sağlıklıdır.

25 Ocak 2012 Çarşamba

Türk Dijital Medyası nereye gidiyor?

Bu başlık ile başlayan her yazı olumsuz olmasına karşılık bu yazı değil. Olmasınada imkan yok zaten. Çünkü Dijital medya doğru yolda doğru yönde gidiyor.

DLD konferansının ardından 41? 29! firmasının çoğunluk hissesinin dünyada bir çok önemli ajansı bünyesinde bulunduran WPP firmasına satıldığı açıklandı. Firmanın başında hala Alemşah ÖZTÜRK bulunuyor. Bu hisse değişimi her iki firma içinde olumlu sonuçlara vesile olur umarım. Bu durum Türkiye dijital medya sektörünün aslında ne kadar kıymetlendiğini ve gelişmiş pazarların radarında olduğunu gösteriyor. Artık daha büyük işlere imza atabilecekler. DLD konferansında oturum yöneticisi Alemşah'a "Dünya çapında çok güzel işler yapıyorsunuz neden sadece Türkiye'de çalışmaya devam edyorsunuz?" dedi. Alemşah bi gülümsedi sonra Türkiye'nin ne kadar genç bi nüfusa sahip olduğunu ve dijital medya pazarlamanın geleceğinin Türkiye'de olduğundan bahsetti. Yani artık büyük şirketlerin gözü Türkiye'de ve yatırımlar artacak. Böylece sektör daha güvenli şekilde yurtdışınada açılabilecek. Piyasaya güçlü oyuncularında girmesiyle kalite dahada yükselecek ve rekabet kızışacak.

2011 sonunda çokça konuşulan konulardan birtanesi piyasada çok fazla ajansın türediği ve aslında iyi olan ile kötü olanın henüz ayrışmaya başlamadığı ancak 2012'nin elek yıl olacağı ve piyasayı güçlü ve başarılı firmaların süpüreceğiydi. Şimdi 2012 'nin elek yıl olması için dahada güçlenmiş durumda. Artık ajanslar daha doğru hareket etmek zorunda çünkü marka olarak büyük firmalar hem yatırımcı hem rakip olarak Türkiye'ye giriş yapmaya başladılar ve bu oyunun kurallarınında değiştiğianlamına geliyor. Yani pek bilinen bir konu olmadığı için sosyal medya ve dijital pazarlama konusunda müşterilerinizin bir ksımını kandırabilirsiniz ama yatırımcıları ve rakipleri kandıramazsınız, onlar eğer yanlış iş yapıyorsanız bunu kolluyor ve sizi silmek için en güçlü kozlarını ellerinde tutyorlar demektir.

DLD konferansı ile alevlenen bir konu ise Digital Bosphorus ya da diğer adıyla Dijital Boğaz olarak adlandırılan bir hareket oldu. Bir çok dijital ajansın, pazarlamacı ve yöneticinin desteklediği bu kavram "acaba Türkiye'nin Silikon Vadisi olabilir mi?" sorusunu ve heyecanını ateşledi. Bu heyecanın devam etmesini ve sektördeki tüm iyi firmaların bu akıma hareket katmasını ümit ediyorum.

"Nasıl olur?" diye değil "Neden olmasın?" diye düşünmek bu gidişi dahada hızlandıracak ve heyecanlandıracaktır.

24 Ocak 2012 Salı

Sosyal Akademi 4.Gün

çiyyuuuuuuuuuuuuuvvvvvvv!!!!

O geçen bir ferrari değil bir sosyal medya eğitimiydi sevgili dostlar. Işık hızını geçtikten sonra düşünce hızına yakın bir hız ile ilerleyen dakikaların yetmediği bir sosyal akademi eğitimini arkada bıraktık. Eve gelirken bu ders ile ilgili neler yazabilirim'i düşünmek çin çok vaktim olmadı çünkü edindiğim bilgilerin ve dersten aldığım zevkin cümbüşü hala beynime jimnastik yaptırmaktaydı. O nedenle şu anda aklıma ne gelirse onları yazıp devam edeceğim.

Bugünkü eğitmenimiz; Demir ÇİLİNGİR idi. Alafortanfoni firmasının kurucusu, genç, dinamik, eğlenceli ve ağzı acayip iyi laf yapan biri. Süper bir sunum ile süper bir eğitim hazırlamış. Çok iyi bir enerji ile anlattı ve güzel örnekler ile konuşmasını süsledi. Ben özellikle anlatım kabiliyetine hayran kaldım. Çok akıcı ve soruya mahal bırakmayacak açıklıkta bir konuşmaya sahipti. 2 saat nasıl geçti anlamadım. Daha uzun sürmesini dilerdim ancak her dileğim kabul olmuyor ne yazık ki :).

Konumuz: Sosyal medyada kurumsal iletişimdi.
Kurumların sosyal medyada yaptıkları hataları, doğruları ve yapılması gerekenleri konuştuk. Bazı mesleki sırları paylaşmak istemesede Demir bey çok güzel ipuçları verdi. :) Konunun içeriği ve sunum gayet doyurucuydu. Tadı damağımda kaldı resmen. Herkes pür dikkat Demir bey'in ağzından çıkanları dinliyordu. Aynı zamanda pazarlama alanında hala doktoro tezini yazmakta olan bu genç yönetici öz olarak benim almak istediğim çoğu bilgiyi 2 saate fazlasıyla sığdırdı.

Ders sonunda Demir bey  ile uzun uzun sohbet etmek isterdim ancak hem tanışıklığımız hemde işten sonra eğitimin yeterince yorucu olması nedeniyle şartlar buna el vermedi.

Birde derste Fatih GÜNER'e Fatih bey dememem için bizzat kendisi tarafından uyarıldım o neden ile bundan sonra kendisinden Fatih diye söz edeceğim :). Kendisinin nazik ve mütevazı tavrı nedeni ile ayrıca teşekkür ediyorum.

Son olarak eğer Fatih bu yazımı okursa diye buraya yazıyorum, ayrıca kendisine de bildireceğim: Ders saatleri yetmiyor, tadı damağımda kalıyor. Lütfen ders saatlerini daha çok soru cevap'a yer bırakacak şekilde uzatalım. Lütfeeeen!!!!

Ders saatlerinin uzatılması konusunda eylemlerim devam edecek.

22 Ocak 2012 Pazar

Sosyal Medyada Fundamental

Uvvv beybi bir sosyal medya yazısı ile yine karşınızdayım. Bu yazımda başlık olarak fundamental'i kullanmamın amacını anlatayım ilk önce: basketbol'da fundamental top sürebilme kabiliyeti anlamına gelir. Yani bu yazımda sosyal medyada top sürebilme kabiliyetinden bahsedeceğim. Biraz farklı bir yaklaşım olacak tabi.

Basketbol oynadığım zamanlarda çok sevdiğim Levent BILTIR adında bir antrenörüm vardı. Birgün tüm takımı seminer odasına toplayıp tahtaya birşeyler yazmaya başladı.

1) Yanlış işi yanlış yapmak,
2) Yanlış işi doğru yapmak,
3) Doğru işi yanlış yapmak,
4) Doğru işi doğru yapmak.

İlk başta bu 4 maddeye basketbol ile ilişkilendirerek bir anlam verememiştik. Hocamız anlatmaya başladı; " Arkadaşlar, eğer sol turnikeye sağ el ile girer ve sayı yapamazsanız bu yanlış işi yanlış yapmaktır ve sisi oyundan alırım, sol turnikeye sağ el ile girer sayı yaparsanız yanlış işi doğru yaparsınız ve sizi yine oyundan alırım, sol turnikeye sol el ile girip sayı yapamazsanız işi doğru şekilde hareket ettiğiniz için sizi oyunda tutar ve gelişmenizi sağlarım, sol turnikeye sol el ile girip sayı yaparsanız doğru işi doğru yapmış olursunuz v hem takıma sayı kazandırır hemde başarılı olursunuz" dedi. Buradan hareket ile sosyal medyada bu 4 maddeyi ele alacağım.



Varsayalım ki bir sosyal medya yöneticisiyiz ve bir müşterimiz bizden sosyal medya'da kendisi için bir çalışma yapmamızı istedi. Bu durumda firmayı tanımak ve doğru brief'i almak en başta doğru yapmamız gereken sorumluluklarımız, arkasından firmayı doğru yönlendirmek geliyor ve bunu birkaç şekilde yapabiliriz.

1) Yanlış işi yanlış yapmak

Brief'i aldıktan sonra hedef kitleye nasıl ulaşacağımızı belirlememiz gerekiyor. Burada ulaşacağımız kitle eğer facebook'ta ulaşamayacağımız bir kitle ise ve biz firmayı facebook'a yönlendirdiysek aslında doğru kitle için doğru mecrayı seçmemiş ve yanlış işi yanlış yapmış olacağız. Belkide firmanın bir e-ticaret sitesi ile ya da kendi internet kanalı ile sosyal medya'da yer alması daha doğru bir iletişim kanalı olabilecekken bizim yönlendirmemiz sonucu firma istediği sonuçlara ulaşamayacak. Sonuç olarak hem firmamız hem biz zarar görmüş olacağız.

2) Yanlış işi doğru yapmak

Aynı firmamızı bu sefer yanlış sosyal mecra'da çok fazla reklam ile yüksek follower sayısına ulaştırarak azda olsa istediği müşteri kitlesine ulaştırdığımızı düşünelim. Firma aslında başka bir mecrada daha fazla hedef kitleden müşteri ile bir araya gelebilecekken biz yanlış mecrada daha az tüketiciye ulaşmasını sağlamışolacağız.

3) Doğru işi yanlış yapmak

Firmamızı doğru mecrada ancak yanlış stratejiler ve kampanyalar ile yönlendirdiğimizi, hedef kitlesini belirlemeden doğru yaş aralıkları ve grupları hedeflemeden konumlandırdığımızı düşünürsek doğru alanda yanlış bir tutum sergileyerek firmanın hedef kitlesinden ve stratejilerinde sapmış olacağız.

4) Doğru işi doğru yapmak

İşte işin en güzel tarafı :) Müşterimizi doğru mecrada doğru kitle ile buluşturuyoruz. Doğru strateji, doğru reklam, doğru marka konumlandırma, doğru hedef kitle, doğru iletişim dili, doğru mecra ve doğru bir iş. Siz mutlu müşteriniz mutlu, (bunu yapmak istemezdim ama bende insanım, dayanamıyorum) Lerzan mutlu :)

Doğrular hayatımızı kolaylaştırır ve bizi başarılı kılar. O nedenle doğru işi doğru yapmak kolaylık ve başarı getirecektir. Sosyal Medya'da iyi bir fundamental'e sahip firmalar çok kazanacak, iyi top sürecek, fast breakler ile çok sayı atacaklar.

İyi olan kazansın ;)


21 Ocak 2012 Cumartesi

Sosyal Akademi 3. Gün

Akademimizin 3. gününde hocalarımız Eray ENDEŞ (Creasoup Managing Partner) ve Av. M. Gökhan AHİ idi.



Tek tek sunumları ele alacak olursak Eray Bey'in sunumu çok interaktif bir şekilde ve eğlenceli geçti. Tavrı ve uslubu ile hepimizi hızlıca konunun içerisine çekerek keyifli bir ders olmasını sağladı. Espirili ve örneklemli anlatımı bence çok akılda kalıcı ve öğreticiydi. Neler öğrendik peki? "Sosyal Medya Marka Entegrasyonu" der geçerim. Dahada detaya girip emeğimi heba etmem :) Çok kıymetli bigiler ile donanmış olduğumu ve birçok konuda Eray Bey ile aynı fikirleri paylaştığımı görmüş olmak dersten aldığım zevki ve kariyerim ile ilgili umutlarımı dahada arttırdı. Bu arada kariyer yapmak istediğim şirketler arasına Creasoup'u da almış bulunmaktayım. Bunun nedeni Eray Bey olabilir çünkü kendisinin fikir yapısından ve düşünce şeklinden etkilendim. Biraz yönetici
    kişiliğine görede şirket seçmeye başladığımı farkettim bu arada.



Av. M. Gökhan AHİ'nin eğitimi ise bizim Eray bey'in sunumunu sorularımız ile uzatmamız nedeni ile birazcık geç başladı. İlk başta hukuka olan "sıkıcı" önyargımız ve haftasonu rehaveti ile biraz uyuklasakta Gökhan bey bizi espirili ve bilgi dolu içeriği ile dersin içine çekti. "Sosyal Medyada Etik" başlıklı sunumunu örnekler ile zenginleştirip soru-cevap şeklinde blok bir ders yaptı. Sunumun sonunda aslında sosyal mecrada nelere dikkat edilmediğini ve aslında ne kadar ince çizgiler üzerinde bir mecra olduğunu kavramış olduk. Bizim özel sorularımız nedeni ile bazen sosyal medyadan çıkan konuyu izleyici olarak katılan Erhan bey sektör ile ilgili sorular ile yeniden yörüngemize çekti ve aslında sorulması gereken soruları sorarak eğitimimize katkıda bulundu.



Sosyal Akademi kaliteli eğitimci kadrosunun hakkını vererek tüm hızıyla devam ediyor. Katılamayanlara ise güzel bir haberim var; çok büyük ihtimal ile ikinci eğitim yakın zamanda açılacakmış. Ben kuşların yalancısyım :)

Herkese iyi haftasonları...

20 Ocak 2012 Cuma

Sosyal Medya ile ilgili atıp tutmaca!

Sosyal medyayı nereye koyabileceğimiz ile ilgili henüz kimsenin aklında bir fikir yok. Tutup televizyona dantelli örtü yapamıyoruz, koltuk altımız terlemesin diye deodorant niyetine sıkamıyoruz, yemek masasında romantik anlar yaşatmıyor sonuçta. Ne işe yarıyor peki bu "Sosyal Medya"?

Araştırmaları felan bilmiyorum ama insanların paylaşımları için, daha doğrusu arkadaşlarına hayatının aslında nasıl güzel nasıl eğlenceli olduğunu göstermek, ilgi görmek, ilgi çekmek için kullanılan bir alan aslında sosyal medya. Bu artık bir kültür haline geliyor ve herkes bu kültürü benimsiyor. Zaten bir olgunun kültür olabilmesi için aynı zamanda bit toplum tarafından da enimseniyor olması gerekir. Sosyal medya bunu bi şekilde başardı. Nasıl ve ne zaman hayatımıza girdi bir anda hepimiz bunun parçası olmak istedik ya da olduk hatırlamıyoruz bile. Doğal bir süreç gibi iç güdülerimizle  hareket ettik belkide.

Sosyal medya aynı zamanda beklentilerimizi ve tüketim hızımızı arttırdı. Artık yazılı basında çıkan haberler ile ilgili detayları bir çok sosyal medya kullanıcısı aslında birgün önceden biliyor ve görüşlerini sosyal mecrada paylaşmış oluyor. Durum öyle bir hal aldı ki bir çok gazete sosyal medyadan aldıkları fotoğraflar ya da yorumlar ile haber çıkmaya başladı. Hızlı tüketim her alanda olduğu gibi haber konusundada kendiini gösterdi. Bir çok memleket meselesi hakkında 2-3 saat içerisinde okadar fazla yazı ve paylaşım yapılıyro ki artık insanlar bu konu hakkında konuşmaktan sıkılıyor ve konu trending olma olgusunu kaybediyor. Birgün içerisinde bir çok farklı trend kendisini gösteriyor ve bir çoğu birbiri ile alakalı olmayabiliyor. Spekülasyonların bile yayılma ve yok olma hızı inanılmaz şekilde değişti. Bir spekülasyonu hızlıca yayak mümkün olduğu gibi artık o spekülasyonu silmek bir o kadar kolay. Tabi doğru kanalları doğru şekillerde kullanırsanız.

Markalar için ise artık değişen pazar koşulları için sosyal medya bulunmaz bir nimet. Çünkü insanlar evlerinde ve smartphoneları ve kişisel bilgisayarları ile her an internete ve online ağlara bağlı durumdalar. Artık sosyal medyadan tüketicilerin fikirlerini öğrenmek sadece bir post atmak kadar basit. Ürünlerinizi şekillendirmek ve tüketici eğilimlerini öğrenmek klasik pazar araştırmaları kadar zor olmaktan çıktı. Tabi ki bu iyi yanlarının yanında sosyal medya bir markanın sonunuda getirebilir. Kanalları doğru kullanılmadığında bir çok firmayı yıkıp geçtiği marka imajını yerlerde süründürdüğü, tüketicilerin toplu olarak tepkisini çektiğide bir gerçek. o nedenle ehil kişilerin ellerinde yönetilmesi gereken sosyal medyanın markalar için bir oyun alanı olmadığını hatırlatmak gerek.

Pazarlama pazarlamadır ama artık yeni bir çağ başlıyor. Hazırlıklı olmak gerek.

19 Ocak 2012 Perşembe

Sosyal Akademi 2.Gün

Sosyal Medya Sertifika programında 2.günde süper geçti. Evet ben belki biraz fazla gevezelik yapmış olabilirim ama katkı sağladığımı düşünüyorum. "Amanda bu zevzek nerden çıktı?" diyenler varsa teesüf ederim.

Bugün hocamız Almeşah ÖZTÜRK'tü. Kendisi bir bilgisayar mühendisiymş, ne markadan anlarmış ne pazarlamadan ne diğer şeylerden ama kişisel merakı ile araştırarak geliştirmeye başlamış kendisini ve iki ajans kurma çalışmasının ardından 41?29! başarısına gelmiş. Yani bu işi düşe kalka öğrenenlerden. Ayrıca Türkiye'de ilk sosyal medya ekibini kuranlardan kendisi. Sosyal medya uzmanı arayan iş ilanlarındaki abesliği teeeee milattan önce görüp bu işin raporlaması,ölçümlemesi, account yönetimi, içerik hazırlanması gibi konuların tek kişi tarafından yapılmasının doğru sonuçlar ve başarı getirmeyeceğini görüp bunu bir ekip işi haline getirmeyi akıl etmiş vizyoner bir insan. İşverenlerin ondan bu konuda öğrenmesi gereken çok şey var. Bu iş öyle yaptık olduyla olmuyormuş yani.

Cümle aralarında çok güzel detaylar vardı, beyaz tahtaya çok özet olacak şekilde sosyal medya ile ilgili bir şema çizdi ve buradan ilerleyerek "sosyal medyanın dayanılmaz hafifliği konusunda iyi bir içerik sundu hepimize. Gelecek haftalarda bir ders ile daha karşımızda olacak. Ben kendisini dinlemekten ve sunumundan çok keyif aldım.



Bana gelirsek; sonunda Alemşah ile bireysel olarak tanıştım. Kendisi çok sıcak bir şekilde karşıladı beni. Kendisine birkaç arkadaşım aracılığı ile CV'mi ilettiğimi ancak bir gelişme olmadığını söylediğimde bira an duraklamak ile birlikte "çok güzel" gibi bişeyler söyledi. :) İlk konuşmamız bu kadardı ve manasız bi şekilde başka birşey demeden bitti. Dersin sonunda ise kendisine öyle pat diye "sizinle çalışmak için ne yapmam gerek?" diye sorduğumda "görüşmemiz gerek" diyerek cevap verdi. :) Bende "iyi o zaman görüşmek üzere" dedim. Umarım görüşürüz.

2. dersimizde bu şekilde güzelce geçti bitti. Haftasonuna kadar başka dersimiz yok. Hop yatış :)

Sosyal Akademi 1.gün

Sosyalmedya.co ve Bilgi Üniversitesi iş birliği ile düzenlenen Sosyal Medya Uzmanlığı Sertifika Programı dün itibari ile başladı. Türkiye'nin en geniş kapsamlı sosyal medya programı olarak ilk dersine başlayan akademiye 68 katılımcı katılarak Türkiye'de bir rekoru da gerçekleştirmiş oldular.

Bundan önce açılan tüm sertifika ve eğitim programlarında bu kadar fazla sayıda katılımcı olmadığını biliyoruz. Bunun yanında eğitimci kadrosunun sağlamlığı ve ders içeriklerinin kalitesi de programı öne çıkaran birkaç özelliği.

İlk gününde Fatih GÜNER ve Erkan SAKA hocamız açılış dersini yaptılar. Herkes büyük bir hız ile konuya ve katılımcılara adapte oldu. Tabiki Fatih bey'in ve Erkan hocamızın sıcak tavırları ve konuya hakimiyetlerinden kaynaklanan özgüvenlerinin bu ortamın kurulmasında büyük etkisi var. Tüm katılımcılar çıkışta telefonlarına sarılıp yakınlarına eğitimin nasıl geçtiği ile bilgi verdi. Bu arada ders içerisinde #sosyalakademi hashtag'i ile bir çok katılımcı twitter'da twit attı.

Bana gelince: acayip heyecanlıydım o nedenle pek konuşma fırsatı bulamadım. Birde katılımcıların birçoğu bir şekilde pazarlama ya da reklam sektörü içerisinde yer alan kişilerdi, açıkçası çekindim biraz :) Çıkışta Otto Santral'de bişeyler içmeye gittik ve gelen katılımcılar ile sohbet ettik. İlk gün olmasına rağmen herhangi bir organizasyon eksikliği olmaması, herşeyin çok iyi planlanmış olması ve hem eğitimci hem koordinatör olarak Fatih bey'in tüm katılımcılar ile sıcak bir diyalog'a girmiş olması heyecanımı ve enerjimi dahada ateşledi. İkinci dersimize saatler kala aynı heyecan ile yolara düşme hazırlığındayım. Bugün en çok ilgilendiğim 41?29! ajans sahibi Alemşah ÖZTÜRK'ün günü. Bakalım neler öğreneceğiz, nasıl bir deneyim yaşayacağız. "Almeşah gör beni!" diye pankart açsam mı bilemedim? Ama abartı olur sanırım :) Ders aralarında fırsat bulursam vizyonundan yaralanmaya çalışacağım. Konuşma fırsatım olursa buradan detaylarını yayınlarım.

Bir bilgiyi daha paylaşmak istiyorum; Dün bir ajansa daha iş başvurusunda bulundum ve önyazımın ekine not olarak bu eğitime katılacağımı yazdım. Bu güne kadar yazmamış olmamın nedeni katılımcı sayısının ne kadar olduğunu ve kesinlikle eğitimin başlayıp başlayamayacağını bilmediğim içindi. Her işte olabileceği gibi bu işte de bir aksilik olabilir, ertelenme yaşanabilirdi. Daha önceki başvurularımda bu eğitime katılma durumumu belirtmemiştim, bu sabah eğitime katılım notumu belirttiğim fimadan iş görüşmesi için randevu talebi geldi. Yarın iş görüşmesine gidiyorum. Bu eğitim ile birlikte yeni bir dönemin başladığınıda anlamış oldum :) Umarım herşey çok güzel olacak. :)

Son olarak ders içerikleri ile ilgili detay vermemeyi uygun görüyorum çünkü bu eğitime emek verenler için bu çok büyük bir ayıp olur. Benden bu blog'ta duyacağınız şeyler yaşadığım deneyimler olacaktır.

Yollara düşme vakti. İkinci ders ile ilgili yazım bu akşam, en olmadı yarın sabah :)

17 Ocak 2012 Salı

Sosyal Medya Yükseliyor! Durduramıyoruz!!!

Gün geçmiyor ki sosyal medya bir yeniliğe bir ilke daha imza atmasın bir değişikliğe daha neden olmasın ve insanlara yeni ufuklar açmasın. Aynı zamanda bir çok yeni sosyal medya sitesi kurulması ve bunların içerik yazarlarının bir mantar hızı ile sporlu olarak çoğalması inanılmaz.

Ben kendimi bir sosyal medya uzmanı olarak adlandıramıyorum ve adlandırabileceğimi sanmıyorum çünkü mecra o kadar hızlı gelişiyor ve değişiyor ki bu işte bir uzmanlık kazanmak için kahin olmak gerekli. Milyonlarca insanın bir araya gelerek her an farklı ruh halleri ile giriş yaptıkları bu mecrada uzman olmak ve bu mecralar hakkında ahkam kesmek bence ciddi bilgilere sahip olmayı gerektiriyor.
Mesela herşeyden çnce iyi bir sosyoloji ve gözlem yeteneğiniz olmalı. Eğer dünya markası bir şirket için hesap önetiyorsanız dünya konjoktüründen de haberdar olmalısını kiz herkese hitap edebilesiniz. Bunların dışında iyi bir dil bilgisi gerekiyor. Kullanacağınız kelimeler ve iletişim araçları kitleleri iyi yönde etkilemeli ki hedeflerinize ulaşın. Bol okumanın yanında bol düşünmenizde gerekecek, çünkü sadece okumak ile öngörülere bir anlam katamazsınız. Tüm öngörüler, müşterilerin iç görüleri, tüketim ve psikolojik eğilimleri sizi bir yerlere götürecek, onları anlamaya çalışmalı empati kurmalısınız. Kendi ruh haliniz ile sosyal mecrada yer alamazsınız. Ülkenin ruha haliyle gündem ile yatıp kalkmalı ama buna kendinizi çok kaptırıp kaybolmamalısınız.

İşte tüm bu nedenler ile anlamıyorum bu kadar çok yazı yazılıp çizilmesini ve herkesin bu kadar ahkam kesebiliyor olmasını. Çünkü evet eğlenceli bir alan olabilir ama kesinlikle net öngörüler ortaya koyulabilecek bir mecra olmadığı ve herkesi daha zor ve sıkı çalışma gerektiren günlerin beklediği açık.

Beğendiğim bir içerik bulamadığım için fotoğrafsız oldu bu yazı :) idare edin.

Sosyal Medya alanında 5 yıl Deneyimli Eleman

Allahım sen nelere kadirsin? 5 yıllık sosyal medya deneyimi olan bir Mark Zuckerberg var onada göz dikmişler işe alacaklar inanmazsın. Sen yarattın sen takip et Allahım!

İş arama sürecim tüm hızıyla devam ediyor ve bu süreç içerisinde projeden projeye koşmaya devam ediyorum ama tabi her insana olduğu gibi benimde umudumun kırık döükük olduğu noktalar oluyor. Toplaması mesele değilde sektörde bu kadar kör insan olduğunu bilmek bazen insanı derin umutsuzluklara itebiliyor. Adam çıkmış 5 yıllık deneyimli eleman arıyor. Onun yanında pazarlamadan anlayacaksın, süper ingilizce konuşacaksın, yazacaksın, okuyacaksın, proje takip edeceksin, yeni fikir üreteceksin, sunum yapacaksın, tüm şirketin konu hakkında bilgilendirilmesini yapacaksın, eğitimlerini sağlayacaksın, müşteri ile zaman planlaması yapacaksın, eksiksiz brief hazırlayacaksın, statü toplantılarına tüm dökümanları getirecek ve herkesin eksiksiz bilgiye sahip olmasını sağlayacaksın. Ama kendi şirketinde değil başkasının şirketinde çalışacaksın. :) Soyunup uzanayım mı? diyesim geliyor bu ilanları görünce.

Kaç senedir dijital medya ajansları var ki 5 senelik dijital medya ajansı tecrübesi istiyorsunuz? Bunun dışında pazarlama tecrübesi istiyorsunuz ki sosyal mecra artık klışe pazarlama anlayışının yıkıldığını çok fazla örnek ile göstermeye başlamadı mı? temellerini bilmek tamamda bu konuda tecrübeli olmak kısırlıktan başka bir şeye yol açmaz. 5 yıldır aynı mantık ile çalışan bir insana tabularını ve görüş açıı yık demek o insanı sıfır haline getirmek demektir ki zaten o kişi bunu başarmak için herşeyini feda etmek zorunda kalacaktır. bu nedenle bu tip iş ilanlarının tamamen dalga geçme amaçlı olduğuna inanıyorum.

Bu bir çıkmaz sokaksa bede o duvarı yıkarım bu sektörede imzamı atarım. Bunu da unutmayın sayın ajans sahipleri.

11 Ocak 2012 Çarşamba

Balık satma, Balık fırlat! bu bir felsefe olabilir mi?

Bir balıkçı'da çalışıyorsunuz ve hergün yaptığınız iş sadece balık satmak. Ne kadar eğlenebilirsiniz? Sizin çalışma şekliniz bir kültür ya da bir felsefe olabilir mi? Çalışma şeklinizi global firmalar örnek olarak alabilir mi? İş yerinde eğlenceyi keşfetmek için bir balıkçıyı kim örnek alır ki? Bu nasıl mümkün olur?

İşte Seattle'da Pike Place Fish Co. yukarıdaki tüm sorulara cevap veren bir şekilde çalışıyor. Çalışanları hergün çok eğleniyor ve bu eğlencelerini müşterileri ile paylaşıyor. Ayrıca dünyada bir çok ülkede patentli bir kişisel gelişim programına adlarını veriyorlar. İş yerinde nasıl eğlence yaratılır ve basit bir iş bile nasıl herkes için eğlenceli hale getirilir? İşte Bu sorulara çok marjinal bir fikir bulmuş bu arkadaşlar. Dünya onların bu yaptığı işi Fish Felsefesi olarak tanıyor ve global firmalar bu felsefeyi iş yerlerinde motivasyonu arttırmak için kullanmaya çalışıyor.

Sadece balık satmıyor balıkları bir eğlence aracı haline getiriyorlar. Böylece dünyaca ünlü bir balıkçı haline geliyorlar. Merak ediyosanız aşağıdaki videoya bir göz atın.

İşte videoları;

10 Ocak 2012 Salı

Hırsımdan bulaşık yıkadım,temizlik yaptım!

Dün akşama doğru bir telefon aldım. "Merhaba "forever crap"(firmanın gerçek adı bu değil) firmasından arıyoruz. Sosyal medya pazarlama ile ilgili iş görüşmesi için aramıştık. Yarın musaitseniz 12:30'da bekliyoruz. İsterseniz iş için aradığımız özellikleri anlatayım. Okumaya hevesli, yaratıcı, sosyal medyada meydana gelen yenilikleri takip eden, değişikliklere uym sağlayabilen, takım çalışmasına uyumlu, genç ve dinamik bir arkadaş arıyoruz. Uygun musunuz?" dediler. Bende "tabi ki adresinizi mail atarsanız yarın gelirim" dedim. Mail geldi, firmayı inceledim. Firma pek içime sinmese de gidip bi görüşeyim sonuçta birşey kaybetmem dedim.

Sabahın köründe uyanıp güzel bi duş aldıktan sonra takım elbisemi giydim. Jilet gibi olduktan sonra çıktım yolara. Firmanın binasının önüne geldiğimde içimde hala "geri dön, seni mutlu etmeyecek" diyen bir ses vardı ama merakımda devam ediyordu ve merakımı dinleyip iç sesime kulak vermemey karar verdim. İçeri girdim, kapıdaki güvenlikimsi arkadaşlar bekleme salonuna geçmemi ve beklememi görüşmeyi yapacak kişinin geleceğini söylediler. ben görüşme yapacağım kişiyi beklerken sağı solu gözlemlemeye başladım. İçeri bir adam girdi kafasında GALATASARAY beresi, üzerinde spor bir mont "selamün aleyküm" dedi, güvenlikimsilere selam verdikten sonra içeri doğru yürüdü. Ben heralde birinin tanıdığı derken baya oranın çalışanı çıktı adam. Sonra her içeri giren selamün aleykümler ile girmeye başladı içeri. O an anladım nasıl bir yere düştüğümü. bu arada etrafımda doğu şiveli abile amcalar dolaşmaya başladı ki şirketin profilini anlamam için çok daha fazla bişey gerekmiyordu artık. Sonra daha sonra Vanlı olduğunu öğrendiğim bir amca beni bir masaya oturtup bildiğiniz geyik muhabbeti yapmaya başladı. Bu amca görüşme yapacağım kişi değilmiş, görüşme yapacağım kişigelene kadar canım sıkılmasın diye benimle ilgileniyormuş. bu arada günün ne kadar eğlenceli geçeceğini anlamaya başladım. Saat 13 olmuş ve hala görüşeceğim kişi gelmemişti, bizde Vanlı amca ile sigara içmeye çıktık. Daha sonra döndüğümüzde görüşeceğim kişi yanımıza gelerek benimle tanıştı ama yanımızda orada neden olduğunu anlamadığım biri daha vardı. Bu ortamda görüşmeye başladık. İlk soru klışe olarak "kendinizi tanırtır mısınız?" oldu. ben kendimden bahsederken "sizde Cv'mi incelemişsinizdir kariyer hedefim sosyal medya içerisinde marka sorumlusu ve sosyal medya uzmanı olmak" dedim. Adam "ben cv'leri okumuyorum" dedi. O an işte tam o an kahkaha atmamak için kendimi zor tuttum.Şaka gibi bir görüşme oluyor ve niyetlerinin telefonda söyledikleri gibi sosyal medya ile ilgil herhangi bir pozisyon olmadığı ortaya çıkıyordu. 10 dk bile sürmeyen bir konuşmadan sonra firma ileilgili bir seminer vereceklerini söyleyerek beni ve o sırada orada bekleyen bir kaç kişiyi bir üst kattaki konferans salonuna aldılar. burada şirket ürünlerini bize satmak ve bu ürünleri tanıdıklarımıza sattırmak için ikna etmeye çalıştılar. Bu arada konferans salonuna girdikten sonra kapı dışarıdan kilitlendi, dışarı çıkmak yasak ve telefonları kapatmak zorunluydu, telefonlarımızı kapatığ kapatmadığımızı tek tek sordular. Gariplikler bununlada bitmedi. Ara veridlğinde kapılar açıldı ve herkese çay getiridli. Çay bardakları allı güllü üzerinde kocaman gül desenleri olan hayatımda bir daha karşılaşmamayı dilediğim bardaklardı. Ben bu aradan istifade görüşmeyi yaptığım kişiyi köşeye çekip benim bu iş ile ilgilenmediğimi seminerlerinin devamına katılmayacağımı ve bu şekilde insanların zamanlarını çaldıklarını söyleyerek "şirket"i terkettim.

Daha sonrasında olayın komikliği ve sinir bozuculuğu ile eve gelip tüm bulaşıkları yıkamaya başladım. :)

Bu arada cv'mi dünyaca ünlü bir kariyer sitesinden almışlar. Hem o kariyer sitesinin hemde bu firmanın bir daha yakınından geçmeyi planlamıyorum.

buda böyle bir günümdü işte.

Bitti :)

Yemeksepeti.com doğum günümü kutladı :)

İşte link'i

http://iyikidogdun.yemeksepeti.com/?u=301939f7-012d-434d-9c30-3e69dd9de747

İnternet üzerinden yaptıkları bu inanılmaz jest isimler için tanımlanmış default bir uygulama bile olabilir ama insana kendini özel hissettirip mutlu ediyor. Yeni bir deneyim ve heyecan yaşatıyor. Daha önceki yazılarımda da bahsettiğim gibi insanların beklentisi bu. Onları mutlu edecek özel hissettirecek, milyonlarca üyesi olan bir site olsa bile tek tek hepsi ile ilglendiğini gösteren çalışmalar kazanacak ve tüketiciyi mutlu ederek bağlılığı arttıracak.

Ben o masadaki arkadaşları doğumgünü partime davet etmek istiyorum :) Aç olduğum anda girdiğim yemek sepetine girip bu videoyu görünce hepisini yiyesim geldi :) Buyursunlar gelsinler onlar içinde sipariş vereyim :)

Anam ne şımarık oldum on itibari ile. :)

"Kuru duayı bırak! Ağaç isteyen tohum eker." Mevlana

Bugün (09.01) benim doğum günümdü ve güne biraz üzüldüğüm bir mesaj ile başladım. Olsun dedim morali bozmadım ve bu mesajı kendime bir motivasyon aracı yaptım. Aklımı daha çok çalıştırmaya kendime daha çok yatırım yapmaya söz verdim. Durup beklemek yerine hareket etmenin daha doğru olduğuna inandım. O nedenle "Kuru duayı bırak! Ağaç isteyen tohum eker." sözü beni anlatıyor bu aralar.

Elimden gelen çabayı farkedilmek için sarfediyorum. Her türlü riski alarak burada iş bulmak için bir blog tutuyor ve bunu insanları okuyarak yaymasını ve istediğim kişilere ulaşmayı bekliyorum. Ancak blog yazmak başlı başına riskli bir iş. Herkeste aynı hissi yaratabilmen söz konusu değil ve bu senin yanlış anlaşılmana yol açabilir. Sosyal medya'da aynı bu durum gibi markaların en ufak bir cümle hatta kelime hatasını kaldıramayacak önemli bir alan. Bu nedenle artık kendimi daha iyi ifade etmek için çaba harcayacağım. Çünkü kendimi bir marka olarak konumlandırmaya ve bir imaj yaratmaya çalışıyorum. Yanlış anlaşılmak buradaki en büyük risk benim için.

Ağaç istiyorum ve tohum ekiyorum. Hergün kendimi daha çok geliştirmek için daha çok okumaya daha çok araştırmaya gayret ediyorum. Kimseye mızmızlanmıyor kimseyi kırmıyorum. Ne istediysem almak için en doğru olduğunu düşündüğüm şeyleri yapmaya çalışıyorum. Farkedilmek ya da kabul edilmek zaman alabilir, ama en önemlisi ben o fidanı diktim ya işte onun mutlaka yeşermesi için çabalıyorum ve buna inanıyorum.

Doğum günümde bana inanan ve destek olan herkese teşekkürler. İyi ki varsınız :)

9 Ocak 2012 Pazartesi

Herşey tamam bir o eksik!

Bir arkadaşımdan 41? 29! da işe girebilmekiçin bana yardımcı olmasını istedim. Yapacağı sadece elemana ihtiyaçları olup olmadığını öğrenmek ve bana referans olmaktı gerisini ben halledeceğim. Kendisi Alemşah ÖZTÜRK'ü yani 41? 29!'un motivasyondan sorumlu sahibini tanıyordu ve bir mail attı. Mail cevabı "biz daha deneyimli birisini arıyoruz" şeklinde olmuş. Tamda bugün 41? 29! internet sitesinden iş başvurumu yapmıştım halbu ki. herşeyi tatlılıkla çözmeye çalışırken beni zor yollara ittiler. :) Bende bu işi yapabilecek her türlü şevk, hırs ve çaba varken bir tek daha önce bu sektörde deneyimim olmamış olması önümü tıkadı. Tamda doğum günümde böyle bir haber almış olmak yeni bir yaşa dahahızlı ve daha hevesli girmem için bi motivasyon oldu. (oldu mu manolyacım? :) )

Birçok insan beklentilerinin aksine gelişen her olayı bir motivasyon kaybı olarak görür ve umutlarını kaybeder ama benim şu an hissettiklerim 41? 29! a hazır olmak için Alemşah'ın bana biraz daha süre tanıdığıdır. Bir tek şeyi bilmelerini istiyorum peşlerini bırakmayacağım. Yine tecrübesiz ve bu işe girmek için kendini daha çok eğitmeye çalışan biri olarak çıkacağım karşılarına çünkü ben bu işe 41? 29! da başlamak ve buradaki tüm o tecrübe havuzundan yararlanmak istiyorum. Hayatımın hiçbir yerinde yükseği hedeflemeden ve o hedef için bir yol haritası çizmeden işe başlamadım. Bu nedenle her koşula hazırlıklı bir yol planım vardı.

Bu hafta belki Alemşah ile tanışmayacağım ama haftaya mutlaka tanışacağız ve her yerde bir kabus gibi karşısına çıkacağım :)  Motivasyonum yüksek, hedefim net!

bekle beni 41? 29! bu işi alana kadar peşindeyim!!!

8 Ocak 2012 Pazar

Markalar ve Yeni Kuşak Tüketiciler

Nesiller arası ayrımların dahada keskinleştiği bir dünya artık tam karşımızda duruyor. Eski topraklar ile yeni nesiller arasındaki hayat anlayışı ve algısı değişkenliğini dahada arttırdı. Bir önceki kuşağın son temsilcileri ile yeni kuşağın ilk temsilcileri arasında bile ciddi farklılıklar söz konusu. Hız teknolojinin yanında artık düşünce sistemlerinde de kendisini gösteriyor ve bu değişim dünya'yı daha hızlı bir hale getiriyor. Farklılıklar yanında kültür,din ve dilden gelen ortaklıklar devam ediyor ve nesiller bu noktalarda kırılmalardan kurtuluyor.

Pazarlama ve markalr namına bakmak gerekirse en önemli durum bu segmentasyonun içeriği ve kuşakların kimlerden oluştuğu. Kuşakların etkisiyle artık iş hayatındaki rutinler yıkılmaya başlıyor, en baştan bunu kabul etmek gerekli. Tüm bu yazdıklarımı anlamlandırmak için kuşaklardan kısaca bahsedelim.

Buhran Kuşağı ( 1930-1939 )

Bütün dünyayı etkisi altına alan büyük bir ekonomik buhranın ortasında doğanların en büyük iç görüsü hayatta kalmak olmuştur. Ancak bu kuşağın büyük bir bölümü yaşları nedeni ile tüketim dünyasından uzaklar.

Savaş Kuşağı ( 1939-1945 )

İkinci Dünya savaşının ortasında doğan bir nesil. Bu kuşağın mensupları bırakın tüketimi çocuklarının eski bebek bezlerini bile atmazlar.

Büyük Bebek Patlaması Kuşağı ( 1945-1965 )

savaş sonrası rahatlamanın en fazla sanat alanında hissedildiği, tüm ürünlerde artış hissedildiği bir rahatlama dönemidir. Bu dönemde doğanlar, garanti süresi iade koşulları gibi temel kavramlara hala değer vermektedirler.

X Kuşağı ( 1965-1977 )

Dünya tarihindeki hem en şanslı hemde en şanssız kuşak. Dijital devrimin tam kuluçka döneminde doğmuş, bu nedenle dünya literatürüne "ara kuşak" ve kayıp kuşak" gibi terimler ile geçmiştir. Marka pazarlama açısından:
-Mal ve Hizmetlere özlem
-Markalara yüksek sadakat
-Kolay tatmin olma duygusu

Y Kuşağı ( 1977-1994 )

Bilgisayarın doğduğu dönemde doğan nesil. İlk bilgisayar kullanma deneyimini yaşayanlar bu kuşak içerisinde.


Milenyum Kuşağı ( 1994-2003 )

İnternetin doğduğu çağda doğmuşlardır.

Z Kuşağı ( 2003-... )

Şu ana kadar saydığımız kuşaklar içerisinde en önemli olanı. Mobil devrim ile cihazların patladığı dönemde doğdular. Bu kuşak bugün 9 yaşına girmekte. Birçok kişi tarafından uzaylılar olarakta nitelendirilmekteler. Geleceğin tüketicileri.



X kuşağının son nesilleri, Y, Milenyum ve Z Kuşakları günümüz dünyasına yön veren kuşaklar. Çoğunluğu teknoloji kurdu. Neyi nasıl araştıracaklarını ve alacaklarını biliyorlar. Ailelerinin teknolojik satın alma kararlarında danışma noktaları, hayattan keyif almak istiyor ve bundan taviz vermiyorlar. marka bağlılığı beklemek çok güç çünkü bir an beğendiklerini bir an eleştirmeye başlayabiliyorlar. Fikirlerini açıkça söylüyor, anı yaşamayı seviyorlar, kısıtlanmak onlar için söz konusu olamaz, her mecarada kendilerini anlatma isteğindeler. Paylaşmayı seviyorlar, popüler olmak onlar için çok önemli. Hepsi bir tarz peşinde, çeşitli komünler oluşturuyorlar, tarzlarını yansıtmak için markaları tercih ediyorlar. Güçlü markalar onlar için vazgeçilmezler. Sosyal ağlarda özel hayatları ile ilgili bilgilerini paylaşmaktan çekinmiyorlar. sevgililerinden ayrıldıktan sonra ilk işleri facebook'ta ilişki durumunu "yok" olarak değiştirmek. Beğenilmek ve takdir edilmek için çaba harcıyorlar, onlar için ne kadar çok facebook ve twitter arkadaşı varsa o kadar popülerler. Dizilerin zengin ve güzel/yakışıklı karakterlerini rol model alıyor onlar gibi olmak istiyorlar. Kendilerini gösterebilecekleri tüm mecralarda olmaya çalışıyorlar. Sadece bilgisayardan değil mobil cihazlardanda bağlantı kuruyorlar.

Markaları karşılarında resmi olarak değil içten ve kendilerinden bir dil ile görmek istiyorlar. Deneyim yaşamak istiyorlar. Deneyimlerin yeniliği önemli aynı deneyimin sürekliliği değil, aynı şeyleri yaşamaktan haz almıyorlar. Bu durum firmların sürekli yeni deneyimler yaratmasını ve dinamik olmalarını gerektiriyor. Fiyatlara karşı hassasiyetleri çok yüksek ancak marka gücü ve imajından çok etkileniyorlar. Aynı kalitede iki ürün arasında kaldıklarında fiyatı daha fazla olsa bile marka gücü daha yüksek olanı seçiyorlar. Memnun edilmeleri çok zor. Gelecek vaadleri ile onları ikna etmek imkansız çünkü anı yaşamayı seviyorlar.

Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi artık firmaları etraflarında, onları çevreleyen dünyanın bir parçası olarak görmekve samimiyet istiyorlar. Firmalar tüm bunları bugüne kadar "kurumsal" olmak ile övünen kravatlı göbekli amcalar oldukları imajını yıkarak başarabilirler. Zaman uzaylıların zamanı ve onlara onların dünyasında "Merhaba" diyecek cesarete sahip olan markalar kazanacak. Bunun için sosyal medya'nın önemini hızlı kavrayan, proaktif davranan, gerekli yatırımı yapan, cesaretli ve dinamik firmalar geleceğin markaları olacak.

7 Ocak 2012 Cumartesi

Ben kimim?



Ben 26 yaşında askerden geleli 3 ay olmuş bir işsizim şu anda. Geriye dönmek gerekirse annem babam hataylı. Puslu yağmurlu bir ocak akşamı dünya'ya gelmişim. Mistik olsun diye yazmadımgerçekten annam hep öyle anlatır. doğduğum gece çok feci sis varmış. Babam devlet memuru, annem ev hanımı. Ablam ile aramızda 14 ay var, ikiz gibi büyümüşüz. 45 günlükken Antalya/manavgat'a taşınmışız ki babamın tayin furyasına ilk tanık olduğumuz dönemdir. 5 yıl kadar Manavgat'ta yaşadık. Daha sonrasında Ankara, Adapazarı,Bolu derken en uzun süre Bolu'da kaldık ama babam sürekli bir yerlere tayin olmaya devam etti. Babam gitti biz kaldık bu sefer. Annem ve ablam hala Bolu'da ben İstanbuldayım babam mersinde ama annem ile babam ayrı değil. Babamın ataması Mersin de sadece.

Bolu İzzet Baysal Anadolu Lisesinden mezun oldum ve arkasından İzzet Baysal Üniversitesi İktisat Bölümünde tam 6 sene okudum. Profesör olmaya karar vermiştim ama benim sandığım gibi değilmiş. Ne kadar uzatırsan o kadar çabuk prof olmuyormuşsun. Ancak bu arada yapmış olduğum stajlar ve part-time çalışma dönemin nedeniyle daha okulu bitirmeden Turkcell'de işe başladım. Kendimi övmeyi sevmem ama (yalanımı yiyim) başarılı bir çalışandım. :)  2 yıl Turkcell'de çalıştıktan sonra asker'e gitmek için mart 2011 de Turkcell'den ayrıldım. Bu arada finans departmanında çalışıyordumve artık finans yapmak istemediğime karar verdim. Finansta çalışmamın nedeni part tıme çalışma sürecimin finansta başlamış olması ve bu alanda askerliğini yapmamış, hiçbir profesyonel deneyimi olmayan, okulunu uzatmış birine okulunu bitirmeden teklif edilen iş teklifini kaçırmamak ve kendimi bu kadar büyük bir şirkette profesyonellik anlamında geliştirmekti. Ta en baştan biliyordum daha sosyal ve daha aktif bir iş içinde çalışmam gerektiğini ve hergün kendimi biraz daha bu şekilde geliştirmeye çalışıyordum.

Şu anda ingilizce kursuna gidiyorum. 3. haftamdayım ve kendimi baya geliştirdim. Bu arada ingilizcem önceden derdimi anlatacak kadar seviyesindeydi. Hatta bir çok yabancıyı derdimi anlatacak kadarlık ingilizcem ile kedere boğmuşluğum vardır. Şimdiyse iş görecek seviyede ve bir sonraki level iş bititrecek seviye.

Tenim esmer, Gözlerim kömür, kaşlarım keman, dudaklarım bombeli, göbeğim hali vakti yerinde, boyum ortalamnın üstü, kişiliğim sağlam, ruhum hırslı ve heyecanlı. Köpekleri severim, sosyal medya ile ilgilenirim, sevdiğimi ihmal etmem, baya bi romantiğim, hayallerim olan biriyim ama arkadaşlarım ayakların yere basıyor derler. Demek ki kafa bi yerde beden bi yerde. son olarak GALATASARAYlıyım.

İşte bu benim. Belki biraz daha fazlası...

Hayallere saygısı olmayanlar

Bazı insanlar var her boka saçma her boka gereksiz gözüyle bakan. Hayallerinizi fikirlerinizi sürekli köstekleyen ve yok etmeye çalışan. Onlar için sadece kendi fikirleri önemli. geri kalan herşey saçma. Ben mesela ne olursa olsun arkadaşımın fikrinin yanında olmayı seçerim. O inanıyorsa bende inanırım.

Beylik laflar etmek gibi bir niyetim yok. Çok canım sıkılıyordestek beklerken köstek olan onca insanla karşılaşmak. Hevesim ve umudum yok olduğundan değil, kendime kızıyorum nasıl bu insanları hayatımda barındırıyorum ve enerjimi aşağı çekmelerine izin veriyorum diye. işte gecenin bu saatinde böyle bir insan yüzünden sinirden uyuyamıyorum. Saçmaymış. Sen saçmasın lan. Git bi aynaya bak. Fikirler saçma değil ancak tartışılabilir olur. hayatında tek bir fikir üretmemiş insanların fikir üretebilen kişilere bu kadar pervasızca saçma diyebilmesi sinir bozucu.

Ama inanın irademi kimse kıramayacak ve ben buradan yazacağım hayallerimin tüm yaprığım "saçmalıklar" sayesinde gerçek olduğunu.

6 Ocak 2012 Cuma

Bu işte bir illuminati var kampanyası!

Kendim için bir kampanya başlatıyorum sevgili arkadaşlar :)

Beklentim işe girmek istediğim firma tarafından fark edilmek için sosyal medyadan destek almak çünkü işe girmek istediğim firma bir sosyal medya ajansı ve sesimi sizlerinde yardımıyla sosyal medya'ya ve gücüne ne kadar inandığımı göstererek duyurmak istiyorum.

"İstiyorsan git konuş" diyenler olacaktır elbette ama unutmayın ki artık klışeler değil yeni girişimler çağındayız. o nedenle inandığım ve çalışmak istediğim sektörde neler yapılabileceğini daha en başta kanıtlamak için sizlerinde yardımını bekliyorum.

bu süreçte bana bir çok şekilde yardımcı olabilirsiniz.

2) Benim işe alınmam için içerisinde "bu işte bir illimunati var" kelimesi geçen viral videolar çekebilirsiniz.

1) Facebook ve blog sayfalarımı arkadaşlarınıza ileterek bu kampanyanın genişlemesini sağlayabilirsiniz.

7) Sizde sosyal medya ile ilgili fikirlerinizi yazıp bana ileterek blog sayfamda yer alabilirsiniz.

4) Çeşitli photoshop ya da farklı program teknikleri ile değişik afişler ortaya çıkarabilir ve bu kampanyanın yayılmasını sağlayabilirsiniz.

Bu rakamlar niye karışık? neden ara sayılar eksik mi diyorsunuz?

bu işte bir İlluminati var.

Mucizlere inanırım çünkü bir hikayem var -3-

 Üniversite'de kaçıncı senemdi hatıramıyorum ama benim liseden bir arkadaşımın ablası (Esma Abla) İstanbuldaki işini bırakıp Bolu'ya yerleşmeye karar vermişti ve bir restaurant açmayı planlıyordu. O zamanlar bende boş gezenin boş kalfası, arkadaşım yaz okulunda Adapazarında bende bari dedim yardımcı olayım ablasına. Gittim dükkanın açılışında felan garsonluk yaptım neyse biz böyle git gel Esma abla ile abla kardeş gibi olduk. Birgün beni aradı "pyxisincim İstanbul'dan bir arkadaşım (Elif Abla) geldi bizi Abant ve Gölcük'e götürür müsün?" dedi. Gittim aldım ikisini, arkadaşlarımı da çağırdım gittik gezidk Abant'ta bir otelde oturup kahve içiyoruz Elif abla yanımda oturuyor, ne okuyorsun? gibi klışe sorulardan sonra "staj yapmayı düşünüyor musun dedi?". Hiç tereddüt etmeden "evet abla zaten bir çok firmaya başvurdum" dedim. Meğersem kendisi Koç Allianz sigorta'da finans departmanında çalışıyormuş ve bana cv'mi gönderirsem staj için yardımcı olacağını söyledi. Hemen akşamına CV'mi gönderdim. Bir kaç hafta sonra Koç Allianz'ın insan kaynaklarından arayıp iş görüşmesine çağırdılar ve kabul edildim. İç denetim departmanı stajyeri olarak işe başladım. Altunizade Abdi İpekçi Erkek Yurdunda 2 aylık misafir öğrenci kaydı yaptırıp işime gücüme bakmaya başladım. Daha sonra yurt kapandı ama benim stajım devam ediyordu ve kalacak yerim yoktu. Liseden bir kız arkadaşımı aradım sende kalabilir miyim diye? ama onunda lezbiyen ev arkadaşının kız arkadaşı güvenmiyormuş kıza erkeklerle yatar diye olmadı. Saolsun gitti bana bi arkadaşının evini ayarladı. Osmanla ve osmanın kedisiyle burada tanıştım.

Osman uzun mu uzun ince mi ince bir arkadaşım, kedisi ise kıskaaaaanç, sinssiii,piiiis, iğrenç bir kediydi. Osmanlar evde 3 kişi kalıyor, ev 3 oda 1 salon ama salonda kedi kalıyor. Solan denilen odada herhangi bir eşya yok. Sadece ev ahalisinin birtakım çöpleri ve bolca kedi boku vardı. Salon aynı zamanda benim kaalacağım yer oluyordu. Çok afedersiniz kedi odanın laminantını bilekaldırıp altına yapmış heryer bok. Ortalığı bok götürüyor deyimi vücut bulmuş oda'nın hayaleti olmuştu. Bir gece Osman ile aynı odada kaldıktan sonra gidip deterjan, yüzey temizleme jeli ve bolca çamaşır suyu alarak odayı dip bucak dezenfekte ettim. Burada yaşayacaktım artık. Osman minderden hallice bir yatacak yer verdi, onu yere serdim. Oda nem ve küf kokuyordu ve her sabah üzerim nem kokarak uyandığım için işe gitmeden duş alıyordum. Onun dışında hala kedi vardı. Kedi odasını ele geçirmiş olmama kzıgın kapının önünde beni bekliyor, her kapıyı açışımda kabus gibi üzerime çöreklenip ayaklarımı tırmıklamaya çalışıyor bende modern halk danslarından çeşitli figürler ile kediden kaçmaya çalışıyordum. Geceleri bir manyak gibi odanın kapısını tırmalayan kedi bununlada kalmıyor bir köpek gibi kapının girişine işeyerek adeta beni yıldırmaya çalışıyordu. Bu arada ev hisarüstünde işyerim ise Üsküdardaydı artık. Hergün Etilerden geçerken jeeplerin içindeki zengin insanlara bakıp nem ve kedi ile savaşarak verdiğim hayat mücadelesini düşünüyordum. Tabi bu böyle devam etmedi. 2. haftanın sonunda yerden gelen soğuk ve duvarldan gelen rutubet sayesinde böbreklerim ağrımaya başladı ve stajıma süresinden önce son vermek zorunda kaldım.

Daha sonra Elif abla ile konuştuğumuzda İnsan kaynakları ve İç denetim departmanının Elif ablayı arayıp benim gibi bir stajyer kazandırdığı için teşekkür ettiklerini öğrendim. Elif abla ile abla kardeş gibi olmuştuk staj dönemim boyunca. Bundan sonra hep öyle kalacaktık. Bir sene sonra ben yine böyle aylak aylak okula gitmez evde otururken Elif ablayı arayasım tuttu. Aradımda. Elif abla artık Turkcell Finans departmanında çalışıyordu. Konuşmamız esnasında takımlarından bir arkadaşlarının doğum iznine çıkacağını, yerine bir süreliğine part-time eleman alacaklarını ve çalışıp çalışmayacağımı soruyordu ki ben "evet" dedim. 1 saat sonra iş görüşmesi için çağırılmıştım. Tabi ki gittim ve işi kaptım :) 6 ay boyunca Turkcell Finans departmanında part-time çalışan olarak çalıştım.

Hikaye biraz uzadı o nedenle kısadan özet geçiyorum şimdi. Elif abla ile tanışma silsilemiz bence tamamen kader ya da mucize. Bu arada yaşadığım tüm can sıkıcı olaylar ise teferruat. Tüm bu hikayenin sonunda okulum bitmeden Turkcell'e yeniden çalışan olarak geri döndüm ve 2 yıl boyunca profesyonel olarak çalıştım. Askere gitmek için işten ayrıldım ve askerlik süresi boyunca aslında finans yapmak istemediğime ve yerimin sosyal medya olduğunua karar verdim. Bu arada daha önceki yazılarımda bahsettiğim gibi bir Amerika'ya gidememe maceram oldu.

Sonuç olarak işsizim, sosyal medya uzmanı olmak için çabalıyorum, bir hedefim var, çalışmak istediğim bir ajans var,  bir hayalim var ve çok fazla umudum var.

İnançla ve sabırla istediğimiz herşey gerçekleşir sonunda.

2012 yapılacaklar listesi**

2012 yılında kendime belirlediğim yapılacaklar listesi aşağıdaki gibidir. Yıl sonunda kendimden hesabı sorulacaktır.

1) 41? 29! ajansında sosyal medya uzmanı olarak işe başlamak için elinden gelen tüm çabayı sarf etmek.

2) 41? 29! ajansında sosyal medya uzmanı olarak işe başlamak.

3) Sosyal medya alanında elde edebildiğin tüm eğitimlere katılmak ve kendini bu alanda geliştirerek sosyal medya gurularından birisi olmak için yol haritası çizmek.

4) ilk maaşınla süper bir sofra kurup kız arkadaşınla işini kutlamak.

5) Ev tutup bu sefer insan gibi döşemek. (öğrenci evi gibi olmayacak yani)

6) golden retriever köpek almak.

7) Maaşın yeterse kredi çekip araba almak.

8) Kız arkadaş ile ilk izin gününde yurtdışına tatile gitmek.

9) İngilizcemi advance seviyesine yükseltmek.

10) kırmızı don :)

** bu liste başta yazılan maddeler değişmemek kaydı ile yenileri eklenerek genişletilebilir ama daraltılamaz.

Mucizelere inanırım çünkü bir hikayem var. -2-

Kaldığım yerden devam...

En son anadolu lisesini kazanmışım. orayıda güç bela bitirdik. Hatta bir ara sınıfta bile kalıyordum. Şöyle ki dolma gibi parmaklarım nedeniyle flüt çalamam. Hatta kabiliyetsizim hiçbirşey çalamam. Basketbol oynuyoruz o dönemler, parmaklara top çarpar böyle boğumları şişer felan, aman Allah yamuk yumuk oldu parmaklar. O lanet flütün deliklerini o yamuk parmaklarla denk geitremiyorum ve bunu o sarı civciv müzikçiye anlatamıyorum. Elinde mandolin dıngıdı dıngıdı geziyor sınıfta, yanımda bitiyor aşağılar gözlerle. "bak ben mandolin çalıyorum, sen bir flütü bile çalamıyorsun" diyor gözleri. Tabi bende o bana öyle manalı manalı baktıkça inat ediyorum notaları bile okumuyorum ve sarı civciv yıl sonunda başıma bela oluyor, müzikten 1 alıyorum. Okul tarihine geçmek üzereyim hatta belkide eğitim öğretim tarihine geçeceğim ve ilkokul kitaplarında felan bir efsane olarak "çok çalışmazsan sonun bu çocuk gibi olacak" temalı müzik ders kitaplarına konu olacağım. Tabi hemen iyi ilişkilerimi devreye sokarak okulun rehberlik hocasını olaya dahil ediyorum ve 1.5 dan 2 ortalama ile paçayı kurtarıyorum.

Son seneye kadar hep haylaz bi çocuk oldum ama o son sene çığır açmıştım artık. okulda şapka ile dolaşmasına musade edilen öğrenciydim ben. nedeni her hafta kavga gürültüden yüzümün başka bir bölümünde yenihasarlar ile okula gelmem ve bunu saklamam gerekliliğiydi. tabi başarabildiğim kadar. Nerde olay ben oradayım ve üniversite sınavı denen bir olay var ki ailemi yine çok ilgilendirsede beni hiiiç ama hiç ilgilendirmiyor. Kız peşindeyim ortam peşindeyim felan. Neyse bir önceli anadolu lisesihikayeme benzer şekilde kazandım üniversiteyi ama bu sefer şansım o kadar yaver gitmedi ve çok yüksek puanlar alamadım.

Artık Abant İzzet Baysal Üniversitesinde İktisat bölümü öğrencisi bir reşit kişiydim. Zar zobalak ilk seneyi geçirdik. Birde hava yapıp derslerin yarısından kalmış olsam dahi gidip yaz okuluna kayıt yaptırmadım. Artık o zaman neyime güvendiysem yaptırmadım ama daha sonraki hiçbir yaz okulunu da sektirmedim :) Yaz okulu denilince akla ben geliyordum adeta. Bu arada "staj felan yapayım bu teorik işler bana göre değil ben pratiğin adamıyım" diyerek staj yapacak yer aramaya başladım. Sevgili babacığıma bana staj yapacak yer ayarlaması için ricada bulundum ve o beni alıp bir müteahhitin yanına götürdü. İktisat 1.sınıf öğrencisi ergen beynim bekliyor ki bana boyle aylık 250 TL felan harçlık verecekler (ki Bolu'da çok iyi para benim için) sonra ben böyle yönetici asistanı gibi olacam, faturaları felanda yatırıcam ama iş öğrenicem sonuçta. Öyle olmadı tabi, adam aban yarın eski bi kot felan giy gel inşaata gideceksin dedi. "Vıh anam, vışş babo" felan demişim o arada kendimden geçerek ama birgün sonra giydim kotumu gittim inşaata. Gittim ama erken çıkıyordum hergün ki gidip kendime gerçekten staj yapacak yer bulayım. bu arada babamın bana büyük bir dersi olmuştur bu. birşey istiyorsan çabalayacaksın ve gidip kendin yapacaksın. İşte ben bu arada staj ararken Bolu Arçelik pişirici cihazlar işletmesi İnsan Kaynaklarında işe başladım. Bir öğle yemeği veriyorlar ama o bile kafi. Birşeyler öğreniyorum sonuçta. Fotokopi makinesi nedir? kartuş nasıl değiştirilir? ondan sonracığıma arşiv nasıl düzenlenir? gibi mühim konularda eğittim kendimi. Bu ilk aşamamdı.

Asıl mücize bundan sonraki stajımın hikayesi ile başlıyor.

Bekleyin...

5 Ocak 2012 Perşembe

Sosyal Medya'da Kriz yönetimi

Yakın zamanda iki örneğe şahit olduk bu kriz konusunda. Birisi Borusan'ın türban ile imtihanı diğer ise Star TV'nin Yiğit BULUT ile imtihanıydı. Bu iki olayda sosyal medya'da hızla yayılan haberlerdendi ve doğru veya yanlış insanlar bunu bilgi olarak sosyal medya alanlarında görüyor ve belleklerine işliyordu. Bir çığ gibi retiwit edilen ve hakkında yeni yorumlar yazılan bir haberi durdurmak sosyal medya içerisinde çok zor. Peki bu iki yakın kriz karşısında bu büyük firmalar ne yaptı?

Borusan ilk önce iş sektöründeki 9 kusurlu hareketten birini yaparak marka müdürlerinin görüşlerinin firma görüşü olmadığını söyledi. Bu "kolum benim uzvum ama hareketlerinden ben sorumlu değilim, kendi kafasına göre takılır" demek gibi bişey. Sonra Borusan bununlada kalmadı aslında sözleşmemiz yoktu bir yanlış anlaşılma var dedi. Ki bu artık tam sıçma safhasıdır çünkü daha önce böyle bir durum yoksa neden marka müdürünüz hakkında "görüşleri firma görüşünü yansıtmaz" açıklaması yaptınız? En son sıvama safhası ise gazetelere tam sayfa ilan vermek oldu ki bu bence üniversitelerde "firma imajı ve marka nasıl firma tarafından yok edilir?" adı altında ders olarak okutulmalı. kapanmış bir olayın üzerini yeniden açarak olaydan haberi olmayan kişilerinde tam sayfa gazete ilanları ile konudan haberdar olunması sağlandı. Tabi nasıl bir telaş ile nasıl bir bilinçsizlik ile bunlar yapıldı bilmiyoruz ama kaş yapalım derken göz çıkarmak bu oluyor. Firma sosyal medya'da yönetemediği kötü imajı birde yazılı medya ile tüm Türkiye'ye duyurmayı başardı. Ancak dikkat edilmesi gereken yer, krizin tamamen sosyal mecrada yönetilememiş olması ve bunun doğurduğu daha acı sonuçlardır.

Star TV ise HaberTürk televizyonundan kovulan Yiğit BULUT'un Star TV'nin başına geçmesi ile ilgili haberleri ilk önce "Yiğit Bulut ile ilgili yazılanlar asılsızdır. Lütfen Twitter'da yazılanlara itibar etmeyin." şeklinde yalanladı ancak dedikodu ve kirli haber yağmurunu bu klışe ileti bastıramadı tabi. O anda nasıl hızlı bir karar alındı ya da twitter account yöneticisi insiyatif kullanarak mı bunu yaptı bilmiyorum ama tüm olayın seyrini ve twitleri değiştirecek bir ileti daha girildi. "Yiğit Bulut ve Star, yok artık!" İşte bu ileti sosyal medya'nın asıl kullanıcısı olan kuşaklara hitap ediyor ve onlara samimi ve inandırıcı geliyordu. hem gülümseten hemde twitter kullanıcılarına hitap eden bu ileti bir anda tüm kirli haberleri süpürerek retwitlenmeye ve yayılmaya başladı. O anda twitterda Star Haber ile ilgili esen rüzgar bir anda tersine döndü ve iletilmek istenen mesaj spekülasyonu süpürdü.

Sonuç olarak Borusan ne doğru kitleye doğru mecrada nede doğru şekilde hitap edebilmiş ve krizi yönetememiştir. Belkide gazetelere ilan veren Borusan şu anda genç bir kullanıcı nüfusu olan sosyal mecrayı müşterisi olarak görmediğinden daha üst yaş gruplarının takip ettiği yazılı basında tam sayfa metin çıkmayı doğru buldu ama burada bile Borusan'ın geleceğin müşterilerini kaçırmak gibi büyük bir hataya düştüğü ortada. Ancak star tv account yöneticileri sosyal medyayı ne kadar iyi anladıklarını nasıl davranması gerektiklerini ve mesajlarını nasıl hızlı ve doğru şekilde ileteceklerini gösterdiler.

Görüldüğü üzere milyonlar harcanarak gazetelere verilen bir ilandan daha etkili olabilecek bir yolvar artık, sosyal medya da bir cümle.

not: bu arada star tv'nın yeni logosuna hiç alışamadım ve hiç beğenmedim :)

4 Ocak 2012 Çarşamba

Mucizelere inanırım çünkü bir hikayem var.

Eski mucizler kalmadı, artık denizleri yaran peygamberler ya da ölüleri dirilten azizler yok. Peki o zaman yeni mucizeler neler? bence iyi insanlar, başımıza gelen güzel olaylar, 9 yıldır görmediğiniz bir arkadaşınızla bir kafe'de karşılaşmak, Allah diyerek kükreyen aslan, üzerinde Allah yazan balık, Allah diyen kurbanlık boğa ve sair.

İşte O Aslan









Benim mucizelerimden bahsetmek istiyorum size çünkü bilmeniz gerek. Haydi buyrun...


Babası devlet memuru olan biriyim ben. 35 senede 18 tayin görmüş bir babanın çocuğu, ablası üniversiteye kadar 6 okul 7 öğretmen değiştirmiş, ben daha küçük olduğum için 3 okul değişikliği ile sıyırmış bir adamım. Neyse efenim ilkokula Adapazarında başladım. Sabiha Hanım İlköğretim okulu, 1- İ sınıfı. 4 sene okuduktan sonra yine tayinimiz çıktı. Babam tayin olunca bizde tayin olmuş sayılıyorduk ve bu benim Almanlar yenilince neden bizimde yenildiğimizi anlamamı kolaylaştırıyordu. Bu arada Adapazarında 6 kişilik dahi çocuklar klübünün en kötüsü olsam bile bir umut vaad ederken hayatım Bolu'ya gelmemiz ile komple değişti. Evim değişmiş, okulum değişmiş, öğretmenim değişmiş, arkadaşlarım değişmiş ve ben o zamanlar ilkokulda yapılan Anadolu lisesi sınavlarına hazırlanıyorum. Adapazarında iyi olan derslerim Bolu'da vasat'a bile yaklaşmıyor. Toplasan kırk çöp bile değil. Dershaneye götürülüyorum zorla ama cemaatin öğrenci ayrımı yaptığı, en iyilere en iyi hocaları, en kötülere en kötü hocaları verdiği sınıfların bodrum katındayım. Bana oturayım diye bir yağ tenekesi birde öğretmen diye mustahdemi vermişler ders işliyoruz ve ben her defasında çişim geldi bahanesi ile dersimsiden kaçıp ailemi arıyorum. Çünkü her defasında karnım ağrıyor kimseyi sevemiyorum. Sonra işte okulda deneme sınavları yapıyor ve benim sonuçlar içerisinde kendimi aramama bile gerek yok hep sondan başlıyorum ya en son yada sondan ikinci sırada adımı buluyorum. Ailem umutsuz, annem umudu kesmiş babamsa devlet-i ali'nin bekası için çalışıyor. Bu arada ablam evde örnek evlat. Anadolu lisesini kazanacağı çok önceden belli olmuş ve kazanmış başarılı kız, bense 4.sınıfa kadar başarılı olmuş ama hep bir "zeki ama çalışmıyor" çocuğu. Hep "çalışsa yapar çocuğu" oldum ben. Çalışmadan yaptığım daha çok zamanlar oldu o ayrı. Tabi neyse bigün bu anadolu Lisesi Sınavı denen meret geldi dayandı burnuma ve hep o sınavdan sonraki hiçbir gün ders çalışmayacağım vaatleri verildi her sübyan gibi banada. Tabi hiç öyle olmadı. Girdik sınava sonuçta. İçimde sadece o sırada soruları gören belli sayıdaki ayrıcalıklı kişiden olma heyecanı ve düşüncesi dışında bi heyecan yok. Yani ne olur Anadolu Lisesini kazanmasak? Ailem içi olmazdı ama benim için oluyordu. Sınav saati ben bunları düşünürken hızla ilerledi ve ben artık yeteri kadar yaptığımı düşünüp sınavdan çıktım.Abooov bir ben çıkmışım ki sınavın itmesine yarım saat var. Annem ve babam hemen koştu yanıma bişey oldu hastalandım felan sanmışlar ama bişey olmadığını anlayınca benden de bişey olmayacağını düşünerek sessizce ayrıldık okulun önünden.


Sınavdan sonra annem Anadolu lisesini kazanamayacağım düşüncesi ile süper lise (nasıl bir süperliği varsa hala anlamamışımdır) olur düz lise olur araştırmaya başladı. Kadın haklı sen bütün sene yerlerde sürün, sınavdan yarım saat erken çık ve bide cevap kğıdına işaretlediğin cevapları bile yanındaki müsvette kağıda düzgün geçireme. İyi o dönem yetiştirme yurduna bırakmamışlar. Bizim dönemde Ösym sınav sonuçları gazetelerde açıklanırdı. Bir aday numarası verirlerdi böyle arabanın şase numarası gibi onu alırdın elinde fellik fellik gazetelere bakardın kazandık mı diye. Sonuçların açıklanacağı gün geldi tabi bizim ailede sıfır heyecan öğlene doğru felan kalktım ben, babam işe gidiyo erkenden o bile gazete alıp bakma gereği hissetmemiş, annemde duşa girmiş diğer rakip ailelerden gelecek "ay bizim çocuk kazandı sizi gerizekalı be yaptı?" soruları öncesi gevşemeye çalışıyor. Ben tabi içimde bi his ve dayak yeme arzusu ile çıktım dışarı gittim bi gazete bayisine aldım gazeteyi koştur koştur eve geldim. Ablamla açtık baktık benim numara var mı diye. Yok tabi.

Nah yok, var ulan var!!! Sonunu tahmin etmeyin istedim :) Hemde boyle tam benim numara. koştum hemen kapıyı çaldım "anneeee kazanmışım!!!" diye ablamla sevinç çığlıkları atıyoruz, annem "yanlış basmışlardır, git bi gazete daha al" dedi. Nasıl bir idiot tablosu çizmişsem, annemin sesinde en ufak bir umut kıvılcımı bile yoktu. Koşa koşa çıktım dışarı bir değil tüm gazeteleri aldım bakkaldan babamın hesaba da yazdırdım. Baktım tüm gazetelere tekrar ve teyit ettik durumu ama annem hala inanmıyor, hatta "Bolu Atatürk Anadolu Lisesine erken kaydını yaptıralım da bari doğru düzgün bir lisede oku" diye kolumdan çekiştirerek beni başka yerlere kayıt ettirmeye çalışıyor. olmadım tabi. Bu arada babamda inanamadı ve İl Milli Eğitim Müdürünü aradı. İl Milli Eğitim Müdürü kesin listeler ellerine geçtiğinde haber vereceğini söylemiş bu arada bizimkiler hala bu duruma inanamıyor. neyse Müdür birgün aradı, babam evin telefonunu vermiş annem açtı telefonu, müdür "tebrikler oğlunuz anadolu lisesini kazanmış..." derken annem hala inanamayarak "emin misiniz?" diyince müdür'de kayışlar kopru tabi. "Anne adı X ve baba adı Y olan kaç Pyxsin olabilir?" diyerek telefonu kapattı. En sonunda gittik okula kaydımı yaptırdıkta annem bi imana geldi :)

Bu arada Sakarya'daki tüm yakın arkadaşlarım çeşitli özel okullara ve Türkiye'nin iyi Anadolu liselerine yerleştiler. Belki Adapazarında kalsak bende çok daha iyi bir okula gidebilecektim,bunu hiçbir zaman bilemeyeceğim ama Adapazarında kalmış olsaydık bugüne kadar yaşadığımmucizeleride hiç yaşamamış olacaktım.